Bazı sözler doğrudan kalbimize konar. Hayata oradan çırparız kanatlarımızı. Mesela yanılmıyorsam İmam Malik’e ait olan ve emaneti, mülkiyeti, tasarrufu bir çırpıda özetleyen şu söz: “Allah’ındır. Benim elimdedir.” Hayat çizgimiz. Ayrıntılarda patikamız, temelde ana caddemiz, meydanımız!
En başta şu kupamız ve içine doldurulmuş taşkın yanımız: ruhumuzla biz! Allah’ın, bizim elimizde…
Sorun şu ki: çoğumuz kendi elindekini göremez halde…
Bu da hep başkasının elindekilere göz dikmenin bize geri dönüşü, bizi gerisin geriye yolumuzdan döndürüşü. Elbette bunun böyle olmasında adaletsizliğin payı var. Haksız paylaşmanın, yani paylaşamamanın… Ve belki de o yüzden kendi elimiz böğrümüze saplanmış. Başkalarının ellerini görmekteyiz.
Halbuki elimiz; iyi bakarsak, parmaklarımızla çevrili o büyük ovamız; el ayamız bile güç ve kudretçe büyük imkanlar barındırıyor.
Her şey elimizin altında…
Fakat her sabah çoğumuz kendi ellerimize uyanmıyoruz. Kol uçlarımızda başkalarının elleri var. Büyük eller. Güç ve kudretler. Yetki ve inisiyatifler. Statüler. Yaptırım güçleri giriyor ellerimizin ayasında vizyona giren hayallere, rüyalara.
Kendi ellerimizi, imkanlarımızı görmediğimiz sürece çolağız. Körüz. Elimizin körüyüz.
Hem elini, yüzünü yıkamayı gündelik arınmasını yapan, abdestini alan bir toplumun elleri neden bu kadar kara? Abdestin arınma alanının lavaboyla sınırlı olmasından mı kaynaklanıyor? Arınmanın anlamı hem arı hem duru olmak, her türlü pislikten uzak durmak, kirli siyaset ve ekonomi/kazanç, kirli medya, sanat, ve kirli eğitim…her pislikten uzak durmak…
Elimiz karaysa, hayatımız da kararmış demektir. Hayat elimizden, güç ve imkanlarımızdan, inisiyatifimizden geçiyor. Durum vahim.
Temiz ellere sahip bir toplumu nasıl oluşturacağız? Donanmış olarak veya kazanarak, verili veya aldığımız güç ve imkanları, yetki ve inisiyatifleri doğru tasarruf etmeyi ne zaman öğreneceğiz?
İmkansızlığın cazibesi de imkanlarımızın cazibesizliği de birer peçedir. Ve peçesi sıyrılan imkansızlığın uzaktayken ki ışıltısı, birden sönebilir. Yıldızın illa ayağını kaydırdığınızda ve elinize düşürdüğünüzde, size uzaktayken her an cömertçe saçtığı ilhamın tersine hiç ummadığınız huzursuzluklar verebilir. Tersine kendi imkanları insanın ah…”Ne kadar sönüktür!”
Hayır.
Onlar sürprizini kaybetmedi belki.
Belki insan şaşırmayı unuttu. Hayret etmeyi…
Çünkü kanaatsizlik daima başka elleri kapattı gözlerine…Başka imkanlara, başkasının olana yani imkansızlıklara açtı gözlerini.
Kanaate neden bu kadar düşman olduk ki? Halbuki yetinmekte yetmek, artmak, bereket, almama ve vermenin gücü, muhtaçlıktan bağımsızlık, daha ötesi bağış var. Daha az çalışmak ve daha az yıpranmayı da barındırıyor. Birebir yakını olan kendine, ve sırasıyla diğer yakınlarına vakitlice, gün be gün, randevusuz kalmak var. Zamanın yani ömrün “oh olsun, canına değsin!” kendine kalması… Ayrıca kazanç fazlalığı paylaşma açısından da tam bir baş belası… Paylaşılmadığında ise kendisiyle birlikte seni ve hayatını yutan güler yüzlü bir canavar.