Doğu Türkistanlı Yiğit Bir Aydın’dan; Çin’deki Zindan Günlerim – Abdulveli Eyyüp

Çuval giydirme töreni

Beni Tanrıdağ Cezaevi’nden başka bir ceza evine götürdüklerinde tarih 11 Eylül 2016’ydı. O gün hapsedildiğimden beri ilk defa duş alma fırsatım olmuştu. Burada duş alma dediğimiz şey, anca tuvalette buz gibi soğuk suyu bastan aşağı birkaç kere dökmekten ibaretti. İsmim söylenip, üzerimdeki kıyafetlerimi çıkarmam emredildiğinde mutluluktan havaya uçmuştum. Çünkü bırakılacak olan mahkûmlara öyle davranılıyordu.

Bana gönderilen dekontları nitelikli mahkûm Dilmurat’a hediye ettikten sonra “Emredersiniz!” diye bağırıp kapıdan çıkmıştım. Hapsedildikten bu yana ilk defa ellerime kelepçe takılmadan hapishaneden çıkıyordum. Kelepçesiz ellerimi nereye koyacağımı bile bilmiyordum ki, o an başıma siyah çuval geçirildi. Ben ne olup bittiğini anlayıncaya kadar ellerime tekrar kelepçe takılıp, yürümem emredildi.

“Hiçbir şey göremiyorum, nasıl yürüyeceğim?” dedim çok öfkeli bir şekilde.

“Biz yürüteceğiz seni. Senin gibilerin yüzüne siyah çuval giydirip manken yapmıştık biz,” diyen bir Uygur’un sesini duymuştum. O zamana kadar gözlerim siyah çuvala alıştı belki, bir metre içinde olan şeyleri artık fark edebilmeye başlamıştım. Gördüm ki beni bir arabanın yanına getirmişler. Arabayla epey uzun bir süre gittikten sonra beni başka bir yere getirdiler. Her bir adımda “Emrederseniz!” sesini duyduğuma göre beni tekrardan hapishaneye getirmiş olabilirlerdi.

Kaşgar’da, Tanrıdağ Hapishanesi’ndeki gibi bu cezaevinde de soyup anadan doğma haline getirmeler, sağa sola yürütmeler ve maymun gibi zıplatmalar tekrarlanmaya başladı. Beni her defasında anadan doğma soyup bedenimi titizce aradıklarında, içimden “Bedenimde ne arıyorlar acaba?” diyesim gelirdi. Her defa çıplak hale getirildiğimde avret yerimi kapatırdım, ama ellerimi zorla arkaya çekerlerdi.

Bu hapishanenin Tanrıdağ Hapishanesi’nden farkı, burada çalışan gardiyanlar arasında Uygurların sayıca az olması ve yapılan aramanın daha çok sert olmasıydı. Beni o kadar titizce aradılar ki daha önceden çıkartmadıkları gözlüğümü bile çıkardılar. Kıyafetlerim yerde duruyordu. Önümdeki yeni kıyafetin üzerinde ise “Liudawan” yazıyordu. Bu mahkûm kıyafeti kırmızıydı ve Kaşgar’daki ilk hücre arkadaşım Ahmet Kari’nin ve Tanrıdağ Hapishanesi’nde işkence yapılan siyasi mahkûmların giydiği kıyafetin ta kendisiydi.

O an, Ahmet Kari’nin sırtındaki işkence izleri, Merkitli Muhammed’in ortaya alınıp dövülmesi, Aksulu bir öğrenciye tükürük tabağından su içirdikleri hali gözümün önünde canlandı. Kalbim sıkışmış, sırtıma taş yüklenmiş gibi ağır adımlarla hücreye girdim.

Hücrede mahkûmların beni dayakla karşılamamalarına biraz şaşırdım. Mahkûmların hepsi Çinliydi ve soğuk bakışları, birbirine “weian” (siyasi) demeleri insanı korkuturdu. Tanrıdag Hapishanesi’ndeki gibi, kâtip, olan bitenin hepsini kayda alıyordu ama diz çöktürmüyordu. Beni yine anadan doğma soydular. Beni mutlu eden şeyse, tuvaletin hücre içinde olmasıydı. Eğer ayrı olsaydı en kötü işkenceler, dayaklar orada yapılırdı.

İki gardiyan beni mahkûmların önüne getirip üzerime buz gibi soğuk su dökmeye başladı. Utancımdan yüzümü duvara çevirdiğimde, hepsi benimle alay edip kahkahayla gülmeye başladılar.

Saat 4 olduğunda, kendine “Zhang Abi, Zhang Abi” dedirtip dalkavukluk ettirmekte olan kabadayı “Toplantı yapacağız!” diye bağırdı. Herkes yerinden kalktıktan sonra, “Aramıza bir yeni mahkûm geldi. Çok tehlikeli biri. Devletin güvenliğini tehdit eden biri, devletin düşmanı. O yüzden burada herkesin düşmanıdır. Şimdiden hiç kimse onunla konuşmayacak. Tuvalet temizleme, hücreyi temizleme, benim kıyafetlerimi yıkama gibi işler artık onun görevidir. Yemekten sonra çuval giydirme töreni yaparak ona devlete karşı gelmenin, bölücülük yapmanın bedelini ödeteceğiz, hazırlıklı olun!” dedi. Diğer mahkûmlar da ona eşlik edip gülmeye başladılar. Bu gülüşlerin ne anlama geldiğini anlayıncaya kadar korkudan yerimde oturup kaldım.

Akşam yemeğini insanın midesini bulunduran tuvaletin yanında yedikten sonra, az önce üzerime soğuk su döken gardiyan “Tören başlıyor!” diye duyuru yaptı. Çinliler hemen siyah çuvalı tuvalete götürüp üzerine tuvaletlerini yapmaya başladılar. İki kişi gelip ellerimi arkaya çekerek, tuttular. Ben ne olduğunu anlayıncaya kadar üzerinden idrar damlamakta olan siyah çuval basıma geçirilmeye başlandı.

İdrar başımdan, yüzümden, boynumdan damlayıp artık ceketimi de ıslatmıştı. Bu pis kokudan midem bulandı ve neredeyse kusacaktım. Gözlerimi acıtan bu şeye karsı çaresizdim. Ağzıma girmekte olan bu pis sıvıyı durmadan tükürüyordum. Ellerim arkaya zorla çekilmişti ve hareket etmek isteyince beni dövüyorlardı. Bu işkenceye dayanamadım. Gözümden akan yaş belki dudaklarımı az olsa da yıkamış olsa gerek, kusmaktan ve mide bulantısından az olsa da kurtuldum. Dinimize, milletimize edilen küfürleri, lanetlemeleri, alayları işitiyordum. Eğer dillerini bilmesem bunun gibi sözler, aşağılamalar o kadar da içimi yakmazdı. Çince bildiğim için bu zehir gibi laflar ta yüreğime ulaştı ve içimi daha da acıttı.

 

Abdulveli Eyyüp

Türksolu Gazetesi

Bir cevap yazın

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.