Bir Binali Yıldırım hatırlatması: Pamukova’da da, Çorlu’da da direksiyonda hep sen vardın

Kendisi şimdi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığının ‘yenik’ adayı. Her gün, her yerde ama her yerde onunla karşılaşmanız mümkün. Gazetelerde, televizyonlarda, internette türlü reklamlarda, devlet dairelerinde, eğer İstanbul’da yaşıyorsanız dört bir tarafta…

31 Mart sonrasının ilk döneminin aksine çok konuşuyor bugünlerde. Bir “çünkü çaldılar” diyor, bir “seçmen tipine göre pusula verildi”; bir bakıyorsunuz söylediklerini inkar ediyor, bir de bakıyorsunuz ki “Sen Binali, ben Binali ettik iki bin Ali” şeklinde latife çabalarına girişiyor.

“İşin ehli” deniliyor Saray çevresinden onunla ilgili. “İstanbul’u işin ehline teslim edin” diye telkin ediliyor halka. AKP’nin ‘ikinci adamı’ olarak aday olduğu (ya da oldurulduğu) İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yarışında aldığı yenilgi, hukuksuzluk yoluyla hükümsüz kılınmaya çalışılıyor.

Bir dönemin İstanbul Deniz Otobüsleri Genel Müdürü, AKP iktidarının büyük bölümünde Ulaştırma Bakanı, bir dönemin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı, atanmış Başbakan, TBMM Başkanı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı AKP’li Binali Yıldırım’dan bahsediyoruz tahmin ettiğiniz gibi.

‘İŞİN EHLİ’

İşte bu ‘on parmağında on marifet’ Binali Yıldırım’ın ilk gündeme geldiği dönem, İDO Genel Müdürü olduğu sürece tekabül ediyor. İDO’yu akrabalarıyla birlikte yağmalayan Yıldırım, bu yolsuzluklar nedeniyle 1999 yılında görevinden alınıyor.*

Bunu bugün şöyle anlamak gerekiyor; Türkiye’de sağcılığın siciline işlemiş olan yolsuzluk, daha sonra başbakanlığa kadar yükselen Yıldırım’ın sicilinde de ilk sırayı alıyor. Sağcılık böyledir; halka karşı işlenen hiçbir suç, ödülsüz bırakılmıyor. Yıldırım ailesinin artık bilinen offshore serveti, Binali Bey’in çocuklarının kumarhanelerde çekilen görüntüleri, sağcılığın amentüsünün süsü oluyor.

Tabi meramımız Binali Bey’in yolsuzluklarını ya da servetini ortaya dökmek değil. Bu konuda muhteşem habercilik örnekleri var. Züğürt olmamız ya da çenemizin yorulmasından korktuğumuzdan da değil. Dilimiz döndüğünce, gerekirse sokaklarda teneke çalarak da bunları anlatırız ancak Yıldırım’ın sicilinde yolsuzluktan çok öte göze çarpan bir şey var. 14 sene arayla 66 ölü ve hafızalara kazınan “O direksiyonu ben kullanmıyorum ki kardeşim” sözü…

YIL 2004: 41 ÖLÜ VE DİREKSİYONDA BİNALİ YILDIRIM VAR

Yıl 2004… AKP iktidarının ilk yılları. Yıldırım bu defa karşımıza Ulaştırma Bakanı olarak çıkıyor. Tarihler 22 Temmuz’u gösteriyor. Haydarpaşa-Ankara seferini yapmakta olan hızlandırılmış trenin Sakarya’nın Pamukova ilçesinde raydan çıkarak devrilmesi sonucunda 41 kişi hayatını kaybederken, 81 kişi de yaralanıyor.

Siyasi şov ve vagonların alımına kadar bir rant projesi olduğu anlaşılan hızlı tren dayatması, 41 yurttaşın hayatına mal oluyor. “Dayatma” diyoruz, çünkü bakın Elektrik Mühendisleri Odası’nın olaya dair “Hızlandırılmış Kara Tren” bülteninde neler söyleniyor:

Rayların yenilenmemesi

“TCDD’nin istatistik yıllığına göre, raylardan yüzde 23.68’i 30 yaş ve üzerinde. yüzde 29’u 10 yaşından küçük, yüzde 33.10’u 11–20, yüzde 14.22’si 21–30 yaş arasında. Yani rayların yüzde 71’i 11 yaşından büyük.

Raylı taşımacılıkta en çok kullanılan hat olan İistanbul -Ankara hattı, tam 100 yıllık.

İlk defa Abdülhamid döneminde, 1892’de işletmeye açılan hatta, son yıllarda sık sık kazalar oluyor. Kazaların bir kısmı yük trenlerinde gerçekleştiği için kamuoyunun pek de dikkatini çekmedi.

Yıllardır demiryollarının ihmal edilmesi nedeniyle bu hatta 2003 yılında tam 46 raydan çıkma vakası yaşandı. Demiryolu ağının tamamında ise yine 2003’de 226 raydan çıkma vakası gerçekleşti.”

– Hızlandırılan lokomotif ve trenlerin hıza uygun olmaması

“Hızlandırılmış trenden önce makinistler, limitleri geçerse ceza kesiliyordu. Ancak hızlandırılmış trende limitleri yüzde 10 aşma hakkı tanındı. Yani makinist 80 km hızla girmesi gereken viraja 88 km hızla girme hakkına sahipti.

Hızlandırılmış tren için başlangıçta Ankara ve İstanbul’dan 10’ar makinist görevlendirildi. Ancak hepsi de son derece deneyimli olan bu makinistler riskli olduğu için hızlı treni istemedi.

Dolayısıyla kaza günü ilk kez uygulanan bir yöntemle ‘turnike’ sistemine geçildi. 65 makinistin nöbetleşe hızlandırılmış treni kullanması istendi. O gün hızlı treni kullanan makinist ilk kez bu sefere çıkıyordu.”

– Daha önce belli bir hızın altında giden lokomotif ve vagonlar için sorun olmayan virajların hesap edilmemesi

“Demiryollarının yüzde 64.6’sı düz, yüzde 35.4’ü ise virajlı.”**

Evet, işte Binali Bey’in Bakan olduğu dönemde niyetlenilen hızlandırılmış tren şovunun aslında bir katliam olduğu anlaşılıyor. 41 yurttaşımızın kanı, dönemin Başbakanı Erdoğan’la birlikte Binali Bey’in elinde duruyor.

Yetmiyor…

Katliamın ardından bugün yandaş olan bazı gazeteler “Rezalet”, “Seri Cinayet” gibi manşetlerle Yıldırım’ı eleştiriyor. Meclis’te muhalefet Yıldırım’ın istifası için gensorular veriyor. O ise çıkıp, “O direksiyonu ben kullanmıyorum ki kardeşim” şeklinde tuhaf bir cümleyle kendini savunmaya çalışıyor.

Sağcılığın amentüsü burada da işliyor. Katliamın ardından Binali Bey’in hemşehrisi, dönemin TCDD Genel Müdürü olan Süleyman Karaman hakkında 3.5 ay sonra verilen soruşturma izni, Mart 2005’te Ankara Bölge İdare Mahkemesi tarafından kaldırılıyor. İşte o Karaman, 11 yıl sonra AKP’den milletvekili olarak ödülünü alıyor.

Katliam davası ise önce zaman aşımına uğruyor, ardından Yargıtay kararıyla zaman aşımı düşürülerek makinistlere çeşitli cezalar veriliyor. Ne TCDD, ne de Bakanlık bünyesinde ise kimse yargılanmıyor. Yargılanmayı da geçelim, istifa etmeye bile yeltenmiyor.

41 yurttaş işte böyle bir sürece kurban ediliyor. Direksiyonda ise “işin ehli” Binali Bey’i görüyoruz.

YIL 2018: 25 ÖLÜ VE DİREKSİYONDA YİNE BİNALİ YILDIRIM VAR

Gelişi katliamla olan Binali Bey’in gidişi de katliamla oluyor. Bakan olarak gelen Yıldırım, hükümetten bu defa Başbakan olarak ayrılıyor. Daha doğrusu Erdoğan’a biat ederek, Başbakanlık mevkiinin son temsilcisi oluyor.

Yıldırım’ın Başbakanlığının resmi olarak son bulduğu 9 Temmuz 2018’den bir gün önce, Uzunköprü-Halkalı seferini yapan trenin vagonları, altı boşalan menfezden geçtikten sonra devriliyor. 25 yurttaş hayatını kaybederken, 338 yurttaş da yaralanıyor.

Neredeyse üzerinden geçen bir yıla rağmen hala yargılama sürecinin başlamadığı katliamla ilgili, olay öncesi ihmallerden tutun da yayın yasakları ve bilirkişilere kadar birçok skandal göze çarpıyor. Tıpkı 14 yıl önce olduğu gibi katliamla ilgili yargılanması istenen bir ‘üst düzey’ sorumlu bulunmadığı gibi, soruşturmaya uğrayanına bile rastlanmıyor. 4 ‘alt düzey’ sorumluya açılan dava ile diğer ‘üst düzey sorumluların yaşanan acı hadisedeki payı unutturulmak isteniyor. Katliamda yaşamını yitirenlerin aileleri ise bu adaletsizliğe isyan ederek adliye önlerinde, kent meydanlarında adalet arıyor.

Binali Bey ise yine direksiyonu tutuyor. Nasıl mı?

Yıldırım’ın Ulaştırma Bakanı olduğu 2011 yılında AKP hükümeti tarafından çıkarılan 655 sayılı KHK ile demiryolları tümüyle sermayeye peşkeşe açılarak, kamusal denetimin dışına çıkarılıyor. Toplumcu Mühendisler ve Mimarlar Meclisi’nin katliamdan 1 hafta sonra yayımladığı raporda, bu KHK ile ilgili şu ifadelere yer veriliyor:

“AKP hükümetinin çıkarmış olduğu 655 sayılı KHK’da demiryollarının sermayeye nasıl peşkeş çekildiği bütün çıplaklığı ile görülmektedir. Bu KHK ile demiryolu işletmeleri uluslararası sermayeye açılmış olup, demiryolu sistemi kamusal denetimin dışına çıkartılmıştır. TCDD parçalara ayrılmış, tecrübeli ve liyakat sahibi demiryolları çalışanları tasfiye edilmiştir. Aynı zamanda bu KHK ile birlikte demiryollarında yapılacak olan sistematik çalışmalar kamusal kurulların denetiminden çıkartılarak siyasi otoriteye teslim edilmiştir. Devlet Demir Yolları’nın 11 Haziran 2018 tarihinde Halkalı-Muratlı arasındaki tren yolunun bakımı için açtığı ilan siyasi otorite tarafından 21 Haziran 2018 de durdurulmuştur. Kamusal denetimin dışında gerçekleşen bu olay yaşanan facia ile birlikte demiryollarının sistematik çalışmalarının siyasi otorite tarafından değil kamusal kurumlar tarafından yönetilmesi gerektiğini göstermektedir.”***

Yazımızla ilgili olarak bu raporda anlatılmak istenen şu ki; 655 sayılı KHK ile demiryolları kamusal denetiminden çıkarılırken, bu hattın sinyalizasyon çalışmalarını yürüten bir şirketin yönetim kurulu üyesi olan Prof. Sıddık Binboğa Yarman, katliam dosyasına bilirkişi olarak atanabiliyor. İnanılması güç geliyor. Sinyalizasyon ihmalini saptayacak olan, bizzat ihmalin sahibinden seçiliyor. Kamusal denetim olmayınca ihmal, adalet olmayınca da ihmalin sorumlusu bilirkişi oluyor.

İşte Binali Bey’in Ulaştırma Bakanı olarak, yani demiryollarıyla ilgili birinci derece yetkili olarak yer aldığı hükümetin çıkardığı KHK, 25 yurttaşın katledilmesine giden sürecin en önemli yapı taşlarından birini oluşturuyor.

Binali Yıldırım, 14 yıl arayla 66 yurttaşın ölümünde birinci dereceden sorumlu olarak, şimdi İstanbul’u yönetmeye aday oluyor. 23 Haziran’a dair neyle hatırlanır bilinmez ama Binali Yıldırım deyince bu iki katliam ve “O direksiyonu ben kullanmıyorum ki kardeşim” sözleri akıldan hiç çıkmayacak.

O direksiyonda hep sen vardın Binali Bey, unutmayacağız.

Bir cevap yazın

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.