Anzaklı Ömer

-KaÅŸlarını yukarıya kaldırarak “hayır” manasına bir iÅŸaret yaptı.
-Ama ben hala merak ediyorum. “Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?”

-Aldırma öylesine bir şey işte, dedi.
Ben yine ısrarla:
-Fakat benim için bu çok önemli, çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim bayrağım…

Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu:
-Siz Türk müsünüz?

-Evet Türk’üm….”
İhtiyar gözlerime tanıdık bir göz arıyor gibi baktı.. Anlatmaya başladı:
“Yıl 1915. Çanakkale diye bir yer var Türkiye’de.. Orada savaÅŸmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. Ben, Avustralya Anzaklarındanım. İngilizler bizi toplayıp dediler ki:

-Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda.. Birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir.

Biz de inandık sözlerine ve savaÅŸmak isteyenler arasına katıldık.. Beynimizi yıkayan İngilizler Türklere karşı topladığı askerlerin tamamını Çanakkale’ye sevk ediyormuÅŸ. Bizi gemilere doldurup Mısır’a getirdiler, orada birkaç ay talim gördük, sonra da bizi alıp Çanakkale’ye getirdiler.

Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai fişekler gibi geceyi gündüze çeviriyordu. Her taarruzda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer bu barbarlıktan değil, kalplerindeki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş.

Biz karaya çıktık. Taarruz edeceğiz, bizi püskürtüyorlar.. Tekrar taarruz ediyoruz, bizi gene püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz..

Derken böyle bir taarruzda başımdan yediÄŸim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmiÅŸim. Gözlerimi açtığımda kendimi yabancı insanların arasında buldum. Nasıl korktuÄŸumu anlatamam. İngilizler bize Türkleri barbar, vahÅŸi kimseler olarak tanıttı ya… Ama dikkat ettim, bana hiç de öfkeli bakmıyorlar, yaralarımı sarmışlar. İyice kendime gelince bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Åžok olmuÅŸtum doÄŸrusu..

Dedim ki kendi kendime:

-‘Bu adamlar isteseler ÅŸu anda beni öldürürler, ama öldürmüyorlar… Veyahut isteseler önceden öldürebilirlerdi.. Halbuki beni cephenin gerisine götürdüler..’ Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı. Bu duygularla ‘Yazıklar olsun bana’ dedim. ‘Böyle asil insanlarla ben niye savaşıyorum, niye savaÅŸmaya gelmiÅŸim? Bu İngiliz milleti ne yalancıymış, ne kadar Türk düşmanıymış’ diyerek piÅŸman oldum.. Ama bu piÅŸmanlığım fayda etmiyor ki… Bu iyiliÄŸe karşı ne yapsam diye düşündüm durdum günlerce.. Nihayet bizi serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu Türk bayrağı dövmesini yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu iÅŸte..”

Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti: Talihin cilvesine bakın ki, o zaman ölmek üzere iken yaralarımı iyileÅŸtirerek, sıhhate kavuÅŸmama çaba sarf eden Türkler idi. Åžimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileÅŸtirmeye çaba sarf eden bir Türk… Ne garip deÄŸil mi? Avustralya’dan Amerika’ya gelirken bir Türkle karşılaÅŸacağımı hiç tahmin etmezdim. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar, buna bütün kalbimle inanıyorum. PeÅŸinden nemli gözlerle

-Bana adınızı söyler misiniz? dedi.
“Ömer” cevabını verdim.

Merakla tekrar sordu:

-Peki niçin Ömer ismini vermiÅŸler sana?”
-Babam Müslümanların ikinci halifesinin isminden ilham alarak bana Ömer adını vermiş.

-Senin adın Müslüman adı mı?

Ben

-Evet, Müslüman adı” deyince yüzüme baktı,doÄŸrulmak istedi. Onun yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki:

-Senin adın güzelmiÅŸ. Benim adım ÅŸimdiye kadar Josef Miller idi, ÅŸimdiden sonra “Anzaklı Ömer” olsun.

-“Olsun” dedim.
-“Peki doktor beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu ?”

Şaşırdım, nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar vermişti. Meğer o bunu hep düşünüyormuş da kimseyle konuşup soramadığı için gerçekleştirememiş..

-“Tabii” dedim.. “Müslüman olmak çok kolay.” Sonra kendisine imanın ve İslam’ın ÅŸartlarını anlattım, kabul etti. Hem kelime-i ÅŸahadet getiriyor, hem de aÄŸlıyordu.. Mırıldandı:

-Siz Müslümanlar tespih çekersiniz, bana da bir tespih bulsan da ben de yattığım yerden tespih çekerek Allah’ımı ansam olur mu?

Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaÅŸ esnasında Hakk’ı zikretmeyi ihmal etmiyormuÅŸ. Hemen bir tespih bulup kendisine getirdim. Hasta yatağında tespih çekiyor, biz de tedavisiyle ilgileniyorduk. Bir gün yanına gittiÄŸimde samimi bir ÅŸekilde rica etti.

-Beni yalnız bırakma olur mu?”
-Ne gibi Ömer amca?

-Ara sıra gel de bana İslamiyet’i anlat!.. Sen çok güzel ÅŸeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor.” O günden sonra her gün yanına gittim, bildiÄŸim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu. Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum, hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum;
“Doktor Ömer, lütfen 217 numaralı odaya gidin!

Hemen yukarı çıktım. Ömer amcanın odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi: SaÄŸ elinde tespih, açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı, göğsünde imanı ile koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu. Hemen baÅŸucuna oturdum, kendisine kelime-i ÅŸahadet söylettirdim, o ÅŸekilde kucağımda ruhunu teslim etti…
Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk Milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuÅŸtu. Ne yalan söyleyeyim, aÄŸladım… ”

Bu hakiki hikayeyi aktaran, sayın Dr. Ömer MusoÄŸlu 85 yaşındadır ve halen MODA/ İstanbul’da oturmaktadır.

Bir cevap yazın

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.