Yahudilik ve Hıristiyanlıkla tıpkı İslam’da olduğu gibi, örtünme bizzat kutsal metinlerde yer alır. Özellikle Ortodoks yorumlarında, örtüye önem verildiğini görülmektedir. Örneğin Yahudilikte erkeklerin başlarını örtmeleri, seçilmiş olma inancının, İsrailoğullarına yönelik Tanrı’nın ilahî ahdinin bir gereği olarak düşünülür. Erkekler başlarını en azından “kipa” denilen küçük takkeye benzeri şapka ile örterler. “Kipa”nın dışında “tallit” denilen baştan aşağıya doğru atılan bir dua şalı özellikle ibadetler esnasında bütün Yahudi erkekler tarafından kullanılmaktadır.
Kadınların örtünme olayı ile ilgili olarak Yahudilikte kadınların başlarını örtmeleri dinî bir vecibedir, yükümlülüktür. Günümüzde özellikle Ortodoks Yahudiler içerisindeki bazı gruplar, bütün hanımların başlarının örtülü olması gerektiğini savunurlar. Bundan dolayı Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan dindar Yahudi hanımlar, birazda oradaki kültür ve geleneğin etkisiyle başörtüsü yerine peruk kullanırlar. Ama Ortadoğu’da, özellikle de İsrail’de yaşayan Yahudi hanımlar, başlarını bizim anladığımız şekilde bir başörtüsüyle örterler. Kısaca Yahudilikte başı örtme Tanrı’ya verilen ahde saygının bir ifadesidir.
Hıristiyanlığa gelirsek, Hıristiyanlığın kutsal kitabı olan Yeni Ahit metinleri arasında bulunan Pavlus’un mektuplarında açıkça hanımların başlarını örtmeleri konusu yer alır. Öyle ki bir deyişinde Pavlus, “Hanımlar ibadet esnasında başlarını örtsünler, saçlarını kapatsınlar; çünkü bir kadının saçlarını kazıtmış bir şekilde ibadet etmesi saçlarını göstererek başı açıkken ibadet etmesinden daha iyidir” der. Pavlus’un bu deyişinden yola çıkarak tarih boyu Hıristiyanlar başörtüsüne özel bir önem verirler.
Ancak Rönesans, Reform ve ardından kendilerinin aydınlanma olarak tabir ettiği dönemde birçok konuda olduğu gibi başörtüsü konusunda da bazı Hıristiyan mezhepler arasında birtakım farklı yorumlar ortaya çıkmıştır. Günümüzde ise özellikle Ortodoks Hıristiyanlık dediğimiz Doğu Hıristiyanlığında sadece rahibelerin değil diğer bütün inanan hanımların da başlarını örtmesi gerektiği savunulmaktadır. Hatta kısa süre önce Moskova Patrikhanesi yani Rus Ortodoks Kilisesi yetkilisi, Müslümanları da örnek göstererek, “Hıristiyan hanımlar da başlarını örtsünler” şeklinde bir demeç vermiştir.
Hıristiyanlıktaki örtünmenin gayesi:
Hiristiyanlıktaki örtünmenin gayesi, aslında Tanrı’nın huzurunda insanın kulluğunu hatırlamasıdır; O’na duyulan saygının bir ifadesidir. Bundan dolayı mesela Tanrı’nın önünde ibadet ederken insanların başlarını kapatmaları, üzerinde durulur. Hıristiyanlıktaki örtünme geleneği günümüzde ise, daha ziyade din adamları olarak bilinen Ruhban sınıfına yönelik bir uygulama olarak yaygınlaşmıştır.
Yahudi ve Hıristiyan geleneğinde örtünmedeki temel amaç, aslında kişinin Tanrı’nın önünde kulluğunu hatırlaması ve O’na saygı duyması. Ama tabii kadınlarla erkeklerin başlarını örtmeleri şekil açısından aynı değil. Erkeğin başının sadece üst kısmını “kipa” benzeri bir takkeyle örtmesi yeterli görülürken, kadınların genellikle başlarını, saçlarını tamamen kapatacak şekilde örtmeleri öngörülür.
Diğer dinler ve geleneklerdeki örtünme:
Tabii İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik dışındaki dinlerde de örtü veya örtünme var. Mesela Hinduizm, Sih dini, Sâbiîlik, Mecusilik ve diğer geleneklerde de örtünmeyi görüyoruz. Bu dinlerde de başı örtmek temelde yine Tanrı’nın emrine ve O’na duyulan saygıya dayanır. Bunun yanı sıra bazı Ortadoğu dinlerinde örtünme, toplumdaki hür-köle ayrımının bir göstergesi sayılır. Başı kapatmak, hür kadını hür olmayan kadından ayıran bir üstünlük göstergesi olarak düşünülür. Bazı toplumlarda, mesela Sümerlerde, başın belirli şekillerde örtülmesi, özellikle kişilerin sosyal ve mesleki konumlarını ifade eder. Hinduizmde de başı örtmenin daha ziyade ibadet esnasında tanrılara saygıdan kaynaklanan bir tutum olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Yine Hindistan’da doğan Sih dininde saçı uzatmak, yani hiçbir zaman saça bıçak vurmamak dinî bir emir olarak görülür. Uzatılan saçın örtülmesi için hem erkekler hem de kadınlar bu çerçevede başlarını kapatırlar.
İslam’daki örtünme anlayışı:
İslam’da da başı örtme Allah’a saygıdan, O’na itaat etmeden kaynaklanır. Nasıl ki bir Müslüman’ın namaz kılarken öncelikli amacı Allah’ın bir emrine riayet etmekse, başını kapatırken de bir Müslüman hanım Allah’ın emrine riayet ettiğini gösterir. Bu yönüyle bütün diğer dinlerle bir benzerliği bulunmaktadır. İslam’da başörtüsü Müslüman hanımın kimliğinin bir ifadesidir bir bakıma. Bundan dolayı zaten Kur’ân-ı Kerim’de Müslüman hanımlara yönelik olarak “Başlarını örtsünler, başörtülerini yakalarının üzerine kadar salsınlar” ifadesi geçiyor. Bunun yanı sıra tabii başörtüsü sadece başı kapatmak değil; genel anlamda tesettürün bir parçası. İslam’daki tesettür anlayışı, aslında insanın dış görüntüsü ve ahlaki yapısıyla Allah’ın “Hududullah” dediği temel kurallarına, hadlerine bağlı kalması ve bu çerçevede kendisini bir fitne vesilesi olarak veya yanlış birtakım tutum ve davranışlara bir araç olarak kullandırmamasına dayanır. Bu yönüyle tesettür, sadece Müslüman hanımlar için değil erkekler için de geçerli, onlar için de tesettür kaideleri söz konusu.
Son zamanlarda İslam’da, Kur’ân-ı Kerim’de başörtüsünün olmadığı yönündeki iddiaları sıklıkla duyar olduk. Bu konuda tartışmaya mahal verecek ya da konuyu tartışmaya açacak hiçbir durum söz konusu değil. Kur’ân-ı Kerim’de açıkça Müslüman hanımların başlarını örtmeleri ve hatta başörtülerini göğüslerinin üzerine salmaları konusunda bir emir var ki burada kullanılan terim “humur” terimi. “Humur” başörtüsü anlamında kullanılır. Kur’ân’ın yanı sıra yine Hz. Peygamber döneminden itibaren 1400 küsur yıllık İslam tarihinde bütün Müslüman din adamlarının, âlimlerinin sayısız eserlerinde vurguladıkları gibi ve Müslümanların da bunu bizzat yaşattıkları gibi başörtüsü artık tarihe mal olmuş bir uygulama. Dolayısıyla bu konuda bir tartışmaya gerek bile yok.
Batı’da Aydınlanma olarak tabir edilen bir süreçle bu konuda önemli bir kırılma yaşandı. Bu kırılma, önemli ölçüde bütün dinî yaşantıyı, inançları, ibadet tarzlarını, dışa yansıyan sembolleri etkiledi. Bu anlamda örtünme anlayışı da etkilendi. Aydınlanma hareketi dini, artık modası geçmiş hatta tabiri caizse bilimdışı olan, modern insanın yaşamında artık yönlendiriciliği olmayan bir fenomen olarak yorumladı. Dinin yerine pozitivist bir bakış açısını getirdi. Hatta bu konuda August Comte’un “artık pozitivizmin insanlığın yegane dini olduğu” yönündeki tezlerini hatırlayacak olursak, bir bakıma geleneksel dinlerin yerine sadece salt akıl ile tecrübeyi esas alan pozitivizmin geçirildiğini gördük.
Başörtüsüne ve örtünmeye yönelik bu tutumun, genel anlamda dine yönelik tutumun bir uzantısı olduğunu söylemek mümkün. Çünkü bu yeni dönemdeki anlayış, dinin kişinin sadece iç yaşantısına yani günümüzün moda deyimiyle sadece vicdanına hitap eden bir fenomen olduğu, insanın bireysel dış görüntüsü de dâhil olmak üzere sosyal yaşantısına egemen olmaması gerektiği yönündedir. Dinî kimliğini ifade eden simgeleri veya sembolleri kullanan insanlar da bu yeni paradigma çerçevesinde dini siyasallaştırmakla veya gösteriş yapmakla suçlandı. Bunun özünde ise aslında dinin kendisine karşı bir başkaldırı, dine karşı çıkma tavrı yatıyor.
Aydınlanma dönemi öncesinde Hıristiyan toplumlarında örtünmenin çok daha yaygın olduğunu söyleyebiliriz. 1800’lü yıllara kadar bütün Hıristiyan toplumlarında örtüye gündelik yaşantıda daha fazla yer veriliyordu. Ancak özellikle Hıristiyanlığın dıştan gelen daha güçlü dalgalar karşısında direnememesi ve bu çerçevede kendi içerisinde yeni yeni türevler üretmeye uygun bir din olması gibi bizatihi yapısından kaynaklanan sebeplerle başörtüsü geleneği, modern dönemde Protestan ve Katolik geleneklerin egemen olduğu ülkelerde önemli ölçüde kırıldı. Katoliklerde din adamı sınıfıyla sınırlı kaldı bu gelenek. Bugün dünyanın neresine giderseniz gidin bütün Katolik rahibeler mutlaka örtülüdür; rahipler de ibadetler esnasında dinî görevlerini icra ederlerken başlarını kısmen ya da tamamen örterler. Ama örtünmenin Ortodoks camiada, Doğu Hıristiyanlığında Katolik ve Protestanlara nazaran daha dirençle devam ettiğini söyleyemek mümkün.
Yahudilikte ise Haskala denilen Yahudi Aydınlanması hareketinden sonra ortaya çıkan Reformist, Yeniden Yapılanmacı, Liberal Yahudilik gibi akımlarda örtü geleneği bir tarafa bırakıldı. Çünkü bu akımlar sadece örtüye değil, Yahudiliğin neredeyse bütün dogmatik inançlarına karşı bir başkaldırı içerisine girdiler. Arz-ı Mev’ud’u, İsrailoğullarının seçilmişliğini vs. sorguladılar ve bu çerçevede başörtüsünü terk ettiler. Ortodoks Yahudiler ise örtünme geleneğini geçmişte olduğu gibi bugün de devam ettiriyorlar.
İslam söz konusu olduğunda, İslam’ın geçmişten günümüze tarihin her döneminde örtü geleneğine ısrarla toplumsal yapıda bağlı kaldığını, bu konuda taviz vermez bir anlayışa sahip olduğunu görüyoruz. Hiç kuşkusuz bunun en önemli sebebi Kur’ân-ı Kerim’in bizzat kendisi. Allah’ın tartışılmaz vahyi ve mesajını içeren Kur’ân’da iki yerde başörtüsüyle ilgili çok açık, yoruma bile mahal vermeyecek hükmün olması, bütün dünya Müslümanlarının -yaşamlarında başörtüsüne yer versinler veya vermesinler- bunun dinin bir gereği, bir emri olduğunu kabul etmelerini sağladı. Bu çerçevede Tunus gibi bazı örnekler haricinde genellikle başörtüsünün Müslüman kadınlar tarafından yerine getirildiğini söyleyebiliriz.
Aslında Cumhuriyet’in Batılılaşma politikalarının en yoğun uygulandığı ilk dönemlerinde bile Müslüman hanımların örtüsüne yönelik herhangi bir düzenleme yapılmadı. Bu düzenleme daha ziyade sonraki dönemlerin, tek parti döneminin ve sonrasının bir ürünü olarak ortaya çıktı. Başörtüsünün İslam dünyasını geri bıraktığı, gericiliğin veyahut geri kalmışlığın bir sembolü olduğu yönündeki söylemler ideolojik birtakım iddialar olmaktan öteye gitmedi. Zaten bu ideolojik söylem halk arasında kesinlikle prim yapmadı.
Anadolu’nun dört bir tarafına bakacak olursak, çok farklı başörtüsü biçimlerinin olduğunu görürüz. Başörtüsüne verilen isimler bile farklıdır; kimi yörelerde yazma, kimi yörelerde tülbent, kimi yörelerde başörtüsü denilir. Ama başörtüsü, başı örten bir örtü olarak bunların hepsini kapsıyor. Fakat son dönemlerde gerçekten başörtüsünün siyasallaştırılması söz konusu. Türban kavramı sonradan türedi bir kavram. Bu kavram, Fransa geleneğinden hareketle özellikle 80’li yıllardan itibaren literatürümüze girdi. Esasen Fransa’da ve hatta İngiltere’de türban, Sihlerin erkekler için öngördükleri, sadece saçları kapatan kavuğa benzer geleneksel giysi için kullanılır. Bu giysi 80’li yılların başlarında zamanın bazı yöneticileri ve bazı siyasiler tarafından Anadolu’daki başörtüsüne bir alternatif olarak sunuldu. Bu doğrusu başörtüsünün farklı birtakım amaçlarla siyasal bir mecraya taşınması hareketidir; ama türban kavramı Anadolu’da hiçbir zaman tutmadı.
Modernleşme kuramcıları başörtüsünün ilkel yaşama koşullarının ve ataerkil düzenin bir sonucu olduğunu iddia ediyor. Feminist teoriyi benimseyenler ise örtünmenin erkeklerin kadınlar üzerindeki tahakkümünün bir sonucu olduğunu savunuyor. Bunlar kesinlikle doğru iddialar değil; tamamen ideolojik yaklaşımlar. Bizzat dini ve dinî tutum ve davranışları tahlil eden, tanımlamaktan ziyade anlamaya çalışan bir bakış açısı bunun kesinlikle böyle olmadığını bilir. Başörtüsünün erkek tahakkümünden kaynaklandığı, Anadolu’da başını kapatanların abisinin, babasının, çevresinin baskısıyla kapattıkları savları gerçeği yansıtmıyor. Zaten Türkiye’de tartışılan şey okumayan, sosyal alanda çalışmayan, yöneticilik yapmayan sıradan bir hanımın başını kapatması değil. Toplumsal hayatta, eğitim-öğretim hayatında “Ben de varım” diyen, hak talebinde bulunan, modern hayatın içerisinde olan hanımların başörtüsüdür tartışılan. Hukuki anlamda her türlü sorumluluğa haiz olan, kendi kararını verebilen, oy kullanabilen birisinin hâlâ baskı yoluyla başını kapattığını söylemek doğru bir yaklaşım değil.