Sizinle Türkçe konuşabilir miyiz?

Geçen arkadaşlarla muhabbet ediyorduk. Konuşma arasında “musafaha” kelimesi geçtiğinde, üniversiteli bir delikanlı “o ne demek” dedi. Demek ki hiç duymamış delikanlı. Haliyle o uydurukça olan tokalaşmayı biliyor.

Gazetede söylediğim pek çok kelime için gençler “anlamadım ne demek istediniz” diye soruyor. Bizden bir sonraki kuşak ile anlaşamıyorsak, iki üç nesil sonrası ile nasıl anlaşacağız?

“Kuşak” dedik ya eminim pek çok kimse kastımızı anlamamıştır. Aman Allah’ım! Ne hale getirildik biz?

1954’de vefat etmiş dedem gelse kesinlikle torunlarının yabancı bir lisan konuştuğunu zannederdi.

Biz lisede fiil, fail diye öğrenmiştik. Mustafa Kemal ve İnönü döneminden söz etmiyorum. 1980’lerden söz ediyorum. Şimdi bunun ne anlama geldiğini hiçbir üniversiteli bilmez. Fiil için yüklem, fail için özne, cümle içinse tümce diyorlar.Hikâye için öykü, izzet, şeref, haysiyet gibi kelimelerin yerine toptan onur diyorlar. Diyanet bile Kutlu Doğum haftası için “onur” uydurukçasını tercih etti.

Geçen Cuma günü imam efendi, “hutbemi sonlandırmadan önce” dedi. Sadece böyle olsa iyi. Kullandığı yüz kelimenin 80’i uydurukça. Yazık ki bu ülkede artık İmam Hatipliler, İlahiyatlılar, Diyanet camiası dahi Türkçe konuşmuyor. Onlar bileAllah (c.c.)’tan ne zarar gördü iseler “Tanrı” diyorlar.

Kur’an ıstılah ve kelimeleri yerine, Agop Dilaçar’ın kısırlaştırıcı uydurukçasını tercih ediyorlar.

Merhum Muhammed Hamidullah “Fatiha Türkçe’dir” diyor. Şimdi bunu bile yanlış anlayanlar çıkar. Merhum demek istiyor ki, “Fatiha’da geçen tüm kelimeleri hiçbir tercümeye gerek olmaksızın her Türk anlar!”

Şimdi soralım. Bu hâlâ gerçekten böyle mi? Hiç sanmam. Fatiha’daki “mâlik, yevm,müstekim, âlem” gibi kelimeleri bilen kaldı mı? ‘Âlem’ ile ‘alem’ arasındaki farkı kaç kişi bilebilir? Hala ile hâlâyı aynı yazanlar bilmez elbet…
Herkes kendi kendine sorsun ‘ben Türkçe konuşabilir miyim’ ya da ‘aramızda Türkçeyi bilen var mı’ diye. Haydin sağdan sayalım. Yüz kişi çıktı mı? Ben yazmaya kalktım da, 10 tanıdık çıkaramadım. Kadir Mısıroğlu üstadla muhabbet ederken hâlâ tedirgin olurum. Bir cümle içinde kaç uyduruk kelime kullandım diye. Zira lisanı diri tutan belki de tek o kaldı.

İlk önce edebiyatçılara Türkçe öğretmek gerekiyor. Mesela şimdi bir üniversite veya edebiyat imtihanına girsem, sadece uyduruk kelimelerin bir bölümünü anlamadığım için cevap veremeyeceğimden adım gibi eminim.
Geçenlerde bir televizyonda, lisanımızı katledenlerden biri olan İsmet İnönü’nün, (onun TDK’nın çıkardığı mecmuanın ilk sayısındaki Türkçemiz hakkındaki hakaretlerini okuyabilirsiniz) bir konuşma kaydı neşredildi. O bile tahrif ettikleri lisandan kurtulamamış. Konuşmanın yarısını, toplumun yüzde 90’ı kesinlikle anlamamıştır.
Lisan demişken, dil ile lisan aynı şey mi? Değil. Bundan 20 sene önce bile “İngilizce Lisan Kursları” yazardı tabelalarda. Dilimiz oldu lisan, ya da lisanımız oldu dil.

Tıpkı, cevabın ‘yanıt’, hayatın ‘yaşam’, tabiatın ‘doğa’, tabiînin doğal, ahlâkın etik,talebin ‘istem’ hikâyenin ‘öykü’, şüphenin kuşku, vak’a ve hadisenin ‘olay’, meselenin ‘sorun’, tespitin ‘olgu’, hasın ‘özgü’, şehrin kent, acelenin ‘ivedi’, şâmilin ‘kapsar’, gıptanın ‘imren’, ibtidâînin ‘ilkel’, kazanın ‘ilçe’, şehrü’l emin‘belediye başkanı’, musafahanın ‘tokalaşma’, işçinin ‘emekçi’, tekâmülün ‘evrim’,fiilin ‘eylem’, nağmenin ‘ezgi’, kâinatın ‘evren’, buluğun ‘ergen’, millinin ‘ulusal’,failin ‘özne’, mektebin ‘okul’, kanunun ‘yasa’, kutsînin ‘kutsal’, istihlakın ‘tüketim’,medeniyetin ‘uygarlık’, âbidenin ‘anıt’ hâline dönüştürülmesi gibi uzayıp giden bir yabancılaşma, sığlaşma ve hakikatten uzaklaşma ile karşı karşıyayız.

Kenan Evren gibi Latin harfleri ile yazmayı beceremeyen Ecevit’in şöhretli döneminde ‘çok oturgaçlı götürgeç’ gibi saçmalıklara da imza atılmıştı. Eski TDK Başkanı Şükrü Halûk Akalın, Türk Dil Kurumu’nun, otobüs için ‘çok oturgaçlı götürgeç’, hostes için ‘gök konuksal avrat’, İstiklal Marşı için ‘ulusal düttürü’, lokanta için ‘modern otlangaç’ın türetildiğini, ancak bunu TDK’nın yapmadığını yazıyor.

Kelimenin zenginliği ve yüklendiği anlamdan ziyade kökenine düşmanlık ediyorlardı.

Payel yayıncılık tercüme ettiği kitaplarda; otorite yerine ‘yetke’, kozmik yerine ‘acunsal’, hayat sistemi yerine ‘dirimsel dizgenim’, tedavi yerine ‘sağıltım’, uzuvyerine ‘örge’, müşahede yerine ‘görüngü’, tasvir yerine ‘betim’ gibi zırvalıklar kullandıklarından değerli eserleri çöpe çevirdiler.

Lisanımızı tahrif süreci başladığında, bir yandan içip, bir yandan kelime uydururken sıra ‘ticaret’ kelimesine gelir. Yoruldukları için ara verirler. Henüz Latin Alfabesi’ne geçilmemiştir. F. Rıfkı Atay, elinde kalem ‘Te’ ve ‘Cim’ yazarken, Paşa sorar: ‘Ne yapıyorsun çocuk?’ ‘Te-cim yazıyorum!’ Paşa: ‘Tamam bulundu…’

Böylece ticaret ‘tecim’, tüccar ‘tecimer’, ticarethâne ‘tecim evi’ oluverir. TBMM’nin adını bile ‘kamutay’ yapmışlar bir ara.

Mesele şu: Lisan aynı zamanda nâmustur. Bunun şuurunda ol(a)madığımızda, bir gün -ki o gün bugündür- babanızla dedenizle anlaşamaz hâle geliriz.

Toynbee diyor ki: ‘Mustafa Kemal hedefini gerçekleştirmek için en başarılı ve en akıllı yolu seçti. Bundan sonra Türk kütüphanelerini yakmaya lüzum kalmamıştır. Çünkü harf inkılâbıyla bu hazineler örümceklerin yuva yaptığı raflarda kapanıp kalmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.’

Mesele anlaşıldı galiba. Ancak daha acı olan, artık Müslümanların da bu tahrifin taşıyıcısı durumuna gelmiş olmalarıdır.

Mealciler ya da mütercimlerin hepsi tahir, tayyib, nezih, nezâfet, nezâhetkelimelerinin tümünü ‘temiz’ diye tercüme ediyorlar. İngilizcedeki pure, sanitary, hygienic ve clean kelimelerinin hepsini temiz diye tercüme etmek ne kadar basiretsizlik ise tahir, tayyib, nezih, nezâfet, nezâhet içinde sadece temiz anlamı vermek beceriksizlik ve vukufiyetsizliktir. Hepsinden önemlisi de, Türkçeyi bilmemek ve mânâya ihanettir.

Bu yüzden artık birbirimizi anlamıyoruz. Çünkü kimimiz kelimelerle, kimimiz ise sözcüklerle konuşuyor. Anlaşabilmek, birbirimizi doğru anlamak için doğru bir lisan yani sahih kelimelere ihtiyacımız var.

Kıymetli kâriler/okurlar! Gelin bu zilletten aslımıza rücu edelim. Kemalizm ve solcuların içimize attığı virüsü def edelim. Yoksa bu darlıktan, bu zilletten kurtulamayız. Kimseye Fatih devrine gidelim demiyoruz. Diyoruz ki, aslımıza dönelim. Çocuklarımıza Türkçe öğretelim. Sizde katkı yapıp tekrarlayın ki, çoğalsın yayılsın. Yoksa Türkçenin adı uydurukça olup çıkacak…

Kaynak: Kemalozer.com

Bir cevap yazın

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.