CHP geçmişte nasıl başardı, bugün neden yapamıyor?

CHP kurulalı tam 93 yıl oldu. Parti en son 1977 seçimlerinin galibiydi. Oysa 1960’larda bugün olduğu gibi %25’ler düzeyine sıkışan CHP 1977’de %42’ye ulaşmış,
CHP kurulalı tam 93 yıl oldu. Parti en son 1977 seçimlerinin galibiydi. Oysa 1960’larda bugün olduğu gibi %25’ler düzeyine sıkışan CHP 1977’de %42’ye ulaşmış, büyük bir dönüşüm gerçekleştirmiş ve altın yıllarını yaşamıştı. Peki CHP o başarıyı nasıl elde etti? Bugün neden yapamıyor? Bu döngüden nasıl çıkılır? CHP üzerine çalışmalarıyla tanınan siyaset bilimci Doç. Dr. Yunus Emre hazırladı.

9 Eylül 2016, CHP’nin 93. kuruluş yıldönümü. Cumhuriyeti kuran, çok partili demokrasiye geçişi gerçekleştiren, Türkiye’de geniş kitleleri solla tanıştıran CHP 93 yaşında. Bu 93 yıl bir yandan devrimin, yeni insanın, yeni toplumun ve geleceğe dair umutların tarihiyken bir yandan da baskının, sömürünün, toplumsal kutuplaşmanın tarihi. Aslında CHP’nin tarihi, Türkiye’nin tarihi. Bu nedenle bugün için de önemli.

CHP tarihi üzerine tartışmalarda genellikle partinin kuruluş dönemi ya da onu izleyen tek partili evre gündeme getirilir. Oysa çok partili dönemde CHP’nin tarihi büyük bir değişimin tarihidir ve modern Türkiye’nin oluşumunda en az tek parti dönemi kadar önemlidir. Devleti kuran ve İnönü’nün deyimiyle “milletin ve devletin müşterek bir müessesi” olan bir partiden merkez sol bir partiye doğru büyük bir dönüşüm yaşamıştır CHP.

Bu dönüşümün en kritik evresi de 1960-1980 döneminde iki darbe arasında yaşanan değişimdir. Devleti kuran CHP nasıl birkaç on yılda düzen değiştirme iddiasında bir partiye dönüştü? 1960 – 1970’lerde CHP’de neler yaşandı da böyle bir değişim mümkün oldu?

Bu sorulara verilen yanıtlar aslında bir yandan günümüze de ışık tutuyor. 1960’larda bugün olduğu gibi %25’ler düzeyine sıkışan CHP’nin 1977’de %42’ye ulaşması ister istemez “bu başarı günümüzde neden tekrarlanamıyor” sorusunu bugüne taşıyor.



CHP’de değişimin 1950’lerdeki kökenleri

CHP’nin 1960’larda ortanın solu ve ardından 70’lerde demokratik sol olarak tarif edilen yeni yaklaşıma ulaşmasında 1950’lerde CHP bünyesinde yaşanan üç gelişme belirleyiciydi.

İlki, Hürriyet Partisi’nin (HP) CHP’ye iltihak etmesiydi. Bu parti 1955’de Demokrat Parti’den (DP) kopan ve çoğulcu demokrasiyi savunan kişilerce kurulmuştu. Basının yolsuzluk iddialarını mahkeme önünde ispat edebilme hakkının bulunmaması, DP bünyesinde bir tartışma başlatmış ve dönemin birçok önemli aydını DP’den ayrılarak HP’yi kurmuştu. 1957 seçimlerinde beklediği sonucu alamayan HP 1958’de CHP’ye katıldı, HP kökenli on politikacı CHP yönetimine girdi.

HP’nin etkisi ve CHP’ye taşıdığı yeni fikirler iki alanda netlikle göründü. İlki, CHP’nin ekonomi görüşlerinde planlı kalkınmaya doğru önemli bir değişiklik olmasıydı. DP popülizmine karşı yeni bir popülizmle karşı çıkmak yerine HP’lilerin etkisiyle CHP, planlı kalkınmayı ve bir planlama örgütünün kurulmasını gündemine aldı.

İkinci etki ise DP’nin milli irade ve sandık vurgusunun karşısında özgürlükçü ve katılımcı demokrasinin savunulmasıyla ilgiliydi. Partiye yeni katılan HP’lilerden Turan Güneş’in şu sözleri tam da bu katılımcı demokrasi görüşünü yansıtıyordu:

Demokrasinin manası sadece seçimle memleketi idare etmek değildir. Efkar-ı umumiye (kamuoyu)karanlıkta kaldıktan sonra seçime gidilirse, bu, murakabe dışında umumi vekalet vermek demek olur. 20. asrın demokrasisinde murakabe, her gün gazete, üniversite ve muhalefet yoluyla olur.

Araştırma ve Dokümantasyon Bürosu ile CHP’nin toplumsal sorunları keşfi

İkinci gelişme, Ocak 1958’de CHP Araştırma ve Dokümantasyon Bürosu’nun kurulmasıydı. Büro çalışanlarının büyük kısmı HP’nin araştırma komitesinden geliyordu. Bu komite geçmişte hazırladığı kalkınma projesiyle adından söz ettirmişti. Başkanlığını Turhan Feyzioğlu’nun yaptığı büroda, Osman Okyar müdür, Doğan Avcıoğlu da müdür yardımcısıydı. Ayrıca Bülent Ecevit, Coşkun Kırca gibi ilerleyen döneme damgasını vuracak önemli kişiler de büronun bünyesinde bulunuyordu.

Büro’nun Devlet Personeli Meselesi Hakkında Bir İnceleme başlığını taşıyan ilk yayını 1958’de basıldı ve 1965’deki son rapora kadar yedi yılda 36 rapor yayınlandı. Büronun çalışmalarından yararlanan isimlerin başında İsmet İnönü geliyordu. Çalışmalara gönüllü katılan zamanın Mülkiye öğrencisi Yalçın Küçük, büroya ilişkin gözlemini ve İnönü’nün büroya verdiği önemi yıllar sonra şöyle açıklıyordu:
Altın meselesi tartışılıyordu, İsmet İnönü bilmiyordu ve peki ne yaptı?Paşa çabuk adımlarla dördüncü kata çıkmaya başladı, Araştırma Bürosu’na, Doğan [Avcıoğlu] ile iktisat çalışırlardı. Her ders dört saat sürerdi.

Büronun temel ilgi alanı, toplumsal sorunlardı. İşçilerin, köylülerin sorunlarından, kentleşme ve konut meselelerine kadar birçok önemli alanda büro, CHP’ye tutarlı politika önerileri sundu. Mecliste ve kamuoyu önünde CHP sözcülerinin açıklamaları genel olarak büronun sunduğu veri ve analizlere dayanıyordu.

Sonuçta büronun çalışmaları CHP’nin toplumsal sorunları keşfetmesini sağlamıştı ve geçmişte kendine oy vermeyen seçmenlere kızmakla yetinen parti, şimdi onları, sorunlarını ve taleplerini anlamaya çalışıyordu. Bu durum seçmenleri ikna etmeye dayalı yeni bir siyasal stratejinin oluşturulmasına yardım etti.

Gençlik Kolları ve ilerici öneriler

Üçüncü gelişme ise 1954’de Suphi Baykam’ın başkanlığında kurulan ve 1950’lerin sonunda faaliyetleri önem kazanan gençlik kollarıydı. İlerleyen dönemde Türkiye’nin yakından tanıyacağı Altan Öymen, Hikmet Çetin, Tarhan Erdem, Nurettin Sözen, Ergun Özbudun, Önder Sav, Alev Coşkun, Kemal Anadol gibi politikacılar ve yazarlar bu yıllarda gençlik kollarında yetişti. Bülent Ecevit de ilk gençlik kolu merkez yönetiminde dış ilişkiler sekreteri olarak görev aldı. 1960 darbesi öncesi gençlik kollarının örgüt sayısı 295’ti, 1961’de ise bu sayı 530’a yükselmişti, üye sayısı ise yaklaşık 25 bindi.

Gençlik kolları, 27 Mayıs öncesi Nisan ve Mayıs aylarında yarı gizli faaliyetler yürütmüş ve öğrenci muhalefetini örgütlemişti. Ama gençlik kollarının en önemli işlevi, partinin oturtmaya çalıştığı yeni ilerici ve reformist anlayışın yaygınlaşmasını sağlamak oldu. Bu ilerici öneriler ilk defa bu yolla parti içinde bir taban bulabildi.

Dönem 27 Mayıs darbesiyle kapandı. Darbeyi CHP yapmadı ama darbeden sonra hazırlanan yeni anayasayı büyük oranda CHP yaptı. CHP’nin 1959 Kurultayı’nda kabul ettiği İlk Hedefler Beyannamesi ve Anayasa Komisyonu’nun nasıl bir anayasa hazırlanmalı anketine verdiği yanıtlara bakıldığında, 1961 Anayasası ile büyük benzerlikler görülür.

Bu aşamalarda üç gelişme kritik bir öneme sahipti. Bahsi geçen değişikliklerden önce CHP’nin seçim bildirileri bir gazete sayfasından ibaret ve “Hayat pahalılığına son vereceğiz” türünden iyi dileklerin ötesine geçmeyen dokümanlardı. Aynı dönemde parti örgütü de büyük oranda sıradan insanlarla bağı kopuk eski bürokratlara ve eşrafa dayanıyordu. HP’lilerin katılımı, Araştırma Bürosu ve Gençlik Kolları’nın sayesinde CHP’nin halkın dikkatini çeken bir söylemi ve halkla temas eden genç bir örgütü oluştu. Böyle bir partinin yeni arayışlara girmesi kaçınılmazdı. Bu arayışlar çeşitli aşamalardan geçerek CHP’de yenileşmeyi sağladı.



“Ortanın solu” politikası

CHP’de yenileşme ve sola yönelim altı aşamadan geçerek olgunlaştı. İlk dönüm noktası, 1965 seçim kampanyası başlangıcında yaşandı. 30 Nisan 1960 günü İsmet İnönü, CHP Parti Meclisi toplantısını açarken şu cümleyi söyleyiverdi ve ne olduysa bundan sonra oldu:

“Her şeye rağmen Halk Partisi, ortanın solunda durumunu muhafaza edecek ve bunu kimseye bırakmayacaktır.”

Bu açıklamanın ardından Süleyman Demirel liderliğindeki Adalet Partisi (AP) ve sağcı basın CHP’ye hücuma geçti. CHP için din düşmanlığı suçlamasının yanına bir de komünistlik suçlaması eklenmişti. Ortanın solu Moskova’nın yoluydu.

Yoğun baskılar karşısında İnönü ve CHP sözcüleri ne diyeceklerini şaşırmışlar, çareyi partinin aslında kuruluşundan beri ortanın solunda olduğu açıklamasında bulmuşlardı. Bu tartışmalarla gidilen Ekim 1965 seçimleri CHP için tam bir hezimet oldu. CHP oyları %28,7 ile o zamana kadar ki en düşük düzeydeydi. Demirel’in AP’si ise %52,9 ile tek başına hükümet kuracak çoğunluğa erişmişti.

İkinci aşama, seçimlerden sonra ortanın solu politikasının terk edilmesiydi. Seçim yenilgisinin faturası ortanın soluna kesilmişti. CHP bu değişikliği resmi olarak açıklamasa da parti sözcüleri bir daha ağzına ortanın solu sözcüklerini almamıştı. Ancak 8 ay sonraki Senato seçimlerinde CHP oyları aynı düzeyde kalınca, parti içinden bir grup seçim yenilgilerinin kabahatinin ortanın solunda olmadığını söylemeye başlamıştı. Bu gruba göre parti ortanın soluna yöneldiği için değil, ilkelerini ve değerlerini hakkıyla savunamadığı için seçimlerde varlık gösteremiyordu. Başlangıçta grubun bir lideri yoktu ama zamanla eski Çalışma Bakanı Bülent Ecevit etrafında bir toparlanma oldu. Ecevit de bunu partinin yaklaşan kurultayı için bir fırsata çevirdi.

Üçüncü aşama, Ecevit’in il kongrelerini gezmesi ve CHP’nin ilerici ve reformcu bir yaklaşımı savunması gerektiğini anlatmasıyla başladı. 1966 Ekim Kurultayı’ndan hemen önce basılan Ortanın Solu kitabı ise seçim yenilgilerinden yorulmuş parti için bir çıkış yolu gösteriyordu.

Parti içinde ‘ortanın solu’ politikasına taraftar ve karşıt iki grup açığa çıkmıştı. Kurultayda, ortanın solu grubundan İzmir milletvekili Lebit Yurdoğlu’nun icat ettiği bir yöntemin yardımıyla, Ecevit grubu kıl payı da olsa çoğunluğu sağladı. Anahtar liste olarak anılan bu yöntemde küçük bir pusula kâğıdına grubun desteklediği adayların birleşik (çarşaf) listedeki numaraları yazılıyor ve bu pusulalar grubu destekleyen delegelere dağıtılıyordu. Ecevit yeni genel sekreter seçildi. Ortanın solunun ve Ecevit’in önünde kapılar açılmıştı. Dördüncü aşama böyle başladı.

Ecevit’in genel sekreterliği boyunca parti örgütünde kapsamlı değişiklikler ve bir gençleşme hamlesi oldu. Partinin gençlik kollarından yetişmiş ve ortanın soluna inanmış kimseler Anadolu’da ilçe ve il başkanlığı görevlerine hızla tırmandı. Ayrıca 1967’de Turhan Feyzioğlu’nun liderliğinde ortanın solu yaklaşımına karşı çıkan grup partiden ayrılarak Güven Partisi’ni kurmuştu. Bu, DP’nin kurulmasının ardından CHP’nin yaşadığı ikinci bölünmeydi.

1970’lerin başına gelindiğinde Ecevit hem parti merkez yönetimine hem de örgütlere hakim durumdaydı. Ayrıca partideki yenileşme atılımlarının da yegâne temsilcisi görünümündeydi. Herkes Ecevit’in liderliğe yükselişi için gün sayarken askerler 12 Mart 1971’de bir ültimatomla hükümeti devirdiler. Birkaç gün içinde CHP Kocaeli Milletvekili Nihat Erim hükümeti kurmakla görevlendirildi. CHP + Ordu = İktidar formülü tekrar uygulamaya sokulmuştu.

Ecevit’in ve arkadaşlarının yıllardır sürdürdükleri mücadele boşa çıkarılmıştı. Ecevit ordu müdahalesinin kendisini ve CHP’nin sola yönelimini hedef aldığını belirterek genel sekreterlik görevinden istifa etti. Ecevit’in istifası beşinci aşamayı yani CHP’de solun geri mevzilere çekilmesi sürecini başlattı.

Ecevit rüzgarı ve altın yıllar

Başlangıçta Ecevit’e hak veren çok küçük bir gruptu. Zamanın birçok anlı şanlı politikacısı Ecevitlerin Bahçelievler’deki giriş katı dairesinin yakınından geçmeye korkar vaziyetteydi.

Ancak Erim hükümetlerinin başarısızlığı ve sola karşı girişilen yıldırma kampanyası, rüzgarı tersine çevirdi. Rejimi içine girdiği buhrandan çıkarabilmek için Ecevit’in önerdiği formüllerin geçerli olduğu görüşü tekrar itibar kazandı. Bu şartlarda Parti Meclisi’ni değiştirerek Ecevit’i etkisiz kılmak isteyen İsmet İnönü kurultayda büyük bir yenilgiye uğradı, genel başkanlıktan ayrılmak zorunda kaldı.

Ancak Erim hükümetlerinin başarısızlığı ve sola karşı girişilen yıldırma kampanyası, rüzgarı tersine çevirdi. Rejimi içine girdiği buhrandan çıkarabilmek için Ecevit’in önerdiği formüllerin geçerli olduğu görüşü tekrar itibar kazandı. Bu şartlarda Parti Meclisi’ni değiştirerek Ecevit’i etkisiz kılmak isteyen İsmet İnönü kurultayda büyük bir yenilgiye uğradı, genel başkanlıktan ayrılmak zorunda kaldı.

1972’de Ecevit’in genel başkan seçilmesi altıncı ve son aşamanın başlangıcı oldu. CHP bundan sonra geri dönülmez biçimde sol bir parti karakteri kazanacaktı. Ecevit genel başkan seçildi ve partinin dönüşümü hız kazandı. 1973 seçimlerinden birinci parti olarak çıkan CHP, 1977 seçimlerinde ise çok partili hayat boyunca aldığı en yüksek oy oranına erişti. Bu dönemde partinin yeni doğrultusu demokratik sol olarak belirlenmiş ve 1976 programıyla altı okun yanına özgürlük, eşitlik, dayanışma, emeğin üstünlüğü, gelişmenin bütünlüğü, halkın kendini yönetmesi ilkeleri de eklenmişti.


Ardından 1978’de CHP Sosyalist Enternasyonal’e üye oldu. Ecevit, Willy Brandt, Olof Palme, Bruno Kreisky gibi dünyanın saygın sosyal demokrat liderlerinden biri olarak anılır olmuştu. CHP 1945’de gelişmekte olan ülkeler içinde kansız bir şekilde demokrasiye geçişi sağlayan ilk partiydi. 1970’lere gelindiğinde de dünyada, devlet partisi kökenlerinden gelen ve demokratik solda konumlanmayı başarmış CHP’den başka bir parti yoktu.

Bu değişim sadece CHP’nin bünyesinde yaşanan mücadelelerin etkisiyle oluşmadı. CHP dışı etkiler de en az içerideki mücadeleler kadar belirleyici oldu.

CHP sola yönelirken Türkiye’de neler oluyordu?

CHP’nin sola yönelmesinde parti içi mücadeleler kadar parti dışında yaşanan gelişmeler de etkili oldu. Bunların başında uzun yıllardır bastırılmış olan sol hareketlerin ve işçi hareketinin 1960’larda yükselişe geçmesi yer alıyordu.

İşçi hareketinin yükselişinin temelinde 1963’te 274 ve 275 sayılı kanunlarla işçilere özgür sendikacılık imkanının tanınması ve grev hakkının kabul edilmesi vardı. Akabinde 1960’ta 280 bin olan sendikalı işçi sayısı on yıl sonra yaklaşık dokuz katına yani iki buçuk milyona yükselmişti. Bu süreçte, 27 Mayıs sonrasında, 31 Aralık 1961 günü İstanbul Saraçhane Meydanı’nda toplanan 100 bin işçinin tek bir sloganla “Bizim de Sözümüz Var” diyerek grev hakkını talep etmesinin de etkisi vardı şüphesiz. Artık devir değişmişti. 1960’lar Türkiye’sinde işçiler orta yerdeydi ve hakkını arıyordu.

Değişim, sadece işçilerin örgütlülüğünde değildi. Reel ücretler bu sürede neredeyse %100 artmıştı. 1970’lerin başında artık işçi sınıfı bağımsız bir siyasal güçtü. Bu süreçte kritik uğrak, 1967’de DİSK’in kurulması ve sendikacılığının politik bir karakter almasıydı.


Sosyalizm rüzgarları, TİP ve Yön dergisi

Sosyalizm ve sosyalist akımlar artık Türkiye’nin gündemindeydi.

1961’de İstanbul’da on iki sendikacının kurduğu Türkiye İşçi Partisi (TİP)’nin bu süreçte etkisi büyük oldu. Mehmet Ali Aybar’ın 1962’de liderliğe gelmesiyle TİP hızlı bir yükselişe geçti. Dönemin birçok önemli aydını partiye katıldı. 1965 seçimlerinde TİP %3 oy alarak mecliste on beş milletvekiliyle temsil edilmeye hak kazandı. Türkiye’de ilk kez sosyalist bir parti parlamentodaydı. TİP tam anlamıyla bir işçi partisiydi ve partinin siyaset anlayışında işçiler en önemli siyasal ve toplumsal aktördü.

60’larda Türkiye’de sosyalizmin ikinci odağı ise başta Yön sonra Devrim dergisiyle temsil olunan bir aydın hareketiydi. Yön kimi zaman 50 bine ulaşan tirajıyla dönemin en etkili haftalık yayınıydı. Doğan Avcıoğlu’nun çıkardığı Yön dergisi ilk sayısında 164 aydının imzaladığı bir bildiri yayınladı. Bu bildiride sosyalizm ve kalkınma düşüncesi iç içe geçmişti. Yön hareketi için hedef devlet güdümünde ekonomik planlama ve bu yolla kalkınmaydı. Yön hareketi Türkiye’de sosyalist fikirlerin popülerleşmesi için en önemli mecra oldu. Yön’ün bir başka önemli işlevi de Kemalizm’le sosyalizm arasında doğrudan bağlar kurulmasını sağlamak oldu. Kadro dergisinden yaklaşık otuz yıl sonra sol Kemalizm tekrar Türk aydınının gündemindeydi.

Türkiye’de işçi sınıfının ve sol hareketlerin yarattığı rüzgardan en çok etkilenen kesim ise üniversite öğrencileriydi. Birkaç yıl içinde neredeyse tüm üniversite kampüslerine sol egemen olmuştu.
Tüm bu gelişmeler CHP’yi doğrudan etkiledi. Solun yarattığı rüzgara tabanındaki gençliği ve ilerici kesimleri kaptırmak istemeyen CHP’yi etkileyen bir başka rüzgar ise sağdan esiyordu.

Demirel’in Adalet Partisi ve 1963’de İzmir’de kurulan Komünizmle Mücadele Derneği, Türkiye’de solun gelişimini tehditle, baskıyla durdurmak istiyordu. 1965’te Komünizmle Mücadele Derneği’nin yurt çapında şube sayısı 110’a yükselmişti. Anadolu’nun her köşesinde TİP’in toplantıları basılıyor, Komünizmle Mücadele Derneği mensupları emniyetle birlikte solcuları sopadan geçiriyordu. Bu ortamda CHP de komünistlik suçlamalarından nasibini alıyordu.

İsmet İnönü, CHP’nin ortanın solunda olduğunu açıklarken aslında bir yandan solun yükselişine karşı bir çare sunmak istiyor, bir yandan da sağın suçlamalarına karşı bir kalkan oluşturuyordu.

Hem CHP’nin aydınlar ve gençler arasındaki tabanını kaybetmesine mani olmak hem de ortanın solu ifadesiyle solla arasına kesin bir sınır çizmek istiyordu. Ancak olayların akışını uzak görüşlülüğü ile ünlü İnönü bile öngöremedi.

Türkiye’de siyaset hızla sağ ve sol ekseninde kutuplaştı. CHP de solun temel aktörü haline geldi. İsmet İnönü ise Atatürk’le birlikte kurduğu partisinden Kasım 1972’de istifa etti. Meşrutiyet devrimiyle ülkenin kaderine hakim olan bir kuşağın son temsilcisi yerini Cumhuriyet devrinde doğan yeni bir kuşağın mensuplarına bırakmıştı. Ancak CHP’deki değişim kişilerle sınırlı değildi.

Zihniyet değişimi şart

Sola yönelmek CHP’de neleri değiştirdi?

CHP’nin 1960’lı ve 70’li yıllarda yaşadığı değişimle partinin ideolojisi, siyasal anlayışı, topluma bakışı tek kelimeyle zihniyeti değişmişti.

Zihniyet değişikliğinin ilk unsuru, özgürlükçü demokrasiye inançtı. CHP’de çoğulcu ve katılımcı demokrasiye ilgi 1950’lerde olgunlaşmıştı. Ancak 27 Mayıs 1960 darbesi ve 1960’lı yılların siyasal ortamı Türkiye’de demokrasinin itibarına zarar vermişti. “Cici demokrasi” ya da “Filipin tipi demokrasi” gibi yakıştırmalar bu dönemde gündeme geldi.

Ayrıca Demirel’in Adalet Partisi’nin seçim başarıları, Türkiye’de ilerici bir partinin seçim yoluyla iktidara gelmesinin imkansız olduğu görüşünü CHP’liler ve aydınlar arasında egemen kılmıştı. Ancak Ecevit ve Mülkiye Cuntası namıyla anılan danışman kadrosu böyle bir yaklaşıma kökten karşı çıkıyordu.

Mülkiye Cuntası ve etkisi

Mülkiye Cuntası, Ecevit’in partiye dahil ettiği bir grup Mülkiye hocasıydı. İçlerinden sadece Turan Güneş kıdemli bir CHP’liydi. Grubun diğer üyeleri ise Besim Üstünel, Haluk Ülman, Deniz Baykal ve Ahmet Naki Yücekök’tü. Mülkiye Cuntası ismini gruba karşıtları vermişti. Amaç Ecevit’i, partiyi yetkili organlar eliyle değil bir danışman kadrosuyla yönettiği için eleştirmekti.

Mülkiye Cuntası’na göre, halk çoğunluğunun ilerici bir politikaya destek olması mümkündü ancak bunu sağlamak için birtakım şartlar yerine getirilmeliydi. Bu şartlar tanımlanırken ve uygulanırken Mülkiye Cuntası üyeleri Ecevit’in yanında aktif görevler aldı.

İlk şart, CHP’nin modern bir kitle partisine dönüşmesiydi. Turan Güneş siyasal partiler üzerine çalışmış bir akademisyen olarak kitle partisinin ne olduğunu çok iyi biliyordu. Güneş’e göre CHP, herkesi zengin etme iddiasından vazgeçmeliydi. Kendine belirli bir kitle seçmeli ve bu kitlenin çıkarlarını hararetle savunmalıydı. Vergiyi kimden alacağını ve kaynakları kimlere dağıtacağını açıklıkla söylemeliydi. Güneş’e göre hem tefecinin, hem toprak sahibinin, hem de topraksız köylünün oyunu almaya çalışmanın hem patronların hem de işçilerin partisi olmaya soyunmanın anlamı yoktu. Kitlesini belirleyen, bu kitlenin çıkarlarını savunan ve kitlesiyle parti örgütünü organik olarak bağlayan bir parti. Proje buydu ve başarıldı.


Ancak bu yeterli miydi? Halkın daha iyi bir yaşam ümidi olmadan CHP’ye yönelmesi mümkün müydü? Bu sorular, CHP’nin gündeminde ekonomiyi ilk sıraya yükseltti.

Mülkiye Cuntası’nın ekonomi görüşlerinin temelini Besim Üstünel’in çalışma ve önerileri oluşturuyordu. Üstünel uzun süredir CHP’ye dışarıdan yardım etmekle birlikte aktif siyasal yaşama görece geç katılmıştı. 1975’de İstanbul’da boş bulunan bir senatörlük için yapılan seçimlerde 12 Martın işkenceci komutanı AP adayı Faik Türün’e karşı yarışmış ve büyük bir farkla kazanmıştı. CHP İstanbul örgütünün bu seçimlerde kullandığı “Zalime Değil Alime Oy Ver” sloganı seçimlerin temel dinamiğini açıklıyordu. Mülkiye Cuntası’nın modernize ettiği yeni ekonomi anlayışı Batı Avrupa sosyal demokrat partilerinin ekonomi ve toplum görüşlerine dayanıyordu. Ancak bir farkla… Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke olması nedeniyle bölüşüm politikaları kadar kalkınmacılığa da özel önem veriliyordu.

Değişen laiklik ve din politikası

Son değişiklik alanı ise özellikle din ve laiklik politikalarıyla ilgiliydi. Yine Mülkiye Cuntası’ndan Ahmet Naki Yücekök’ün bu alandaki çalışmaları CHP’ye rehber olmuştu. Yücekök’ün Türkiye’de Örgütlenmiş Dinin Sosyo-Ekonomik Tabanı başlıklı kitabı önemli bir referans kaynağıydı.

CHP’nin yeni din ve laiklik yaklaşımında halka muhafazakar ya da dindar olduğu için kızma ve bu durumu değiştirmeye çalışma yaklaşımı terk ediliyordu. Yeni politikada, dindarlığın arkasındaki sosyal ve ekonomik nedenler üzerinde duruluyor, kentleşme koşullarında dinin ve dindarlığın işlevleri irdeleniyordu. Bu, seçmenleri değiştirmeye değil, anlamaya dönük yeni bir gayretti.

Bu dönemde CHP’liler şu gerçeği açıklıkla görmüşlerdi: Halkın karşısına onun ekonomik koşullarını iyileştirme vaadiyle çıkmak yeterli değildi. Türkiye’de özellikle din ve laiklik meselesi seçmen çoğunluğu ile CHP arasında bir bariyer örüyordu. Bu bariyeri kaldırmanın yegane yolu da halka saygılı olmak ve onu anlamaya çalışmaktı.

Söz konusu zihniyet değişikliklerinin bir sonucu olarak CHP’nin sola yönelimi başarılı olmuş ve CHP’nin seçmen tabanı değişmişti.


Sola yönelmeden önce CHP’nin tabanı daha çok şehir ve kasaba eşrafı ile bu kesimlerin türlü yollarla kontrol ettiği kişilerden oluşuyordu. Bu nedenle de CHP oyları görece geri kalmış bölgelerde daha yüksekti. Ancak geçimlik ekonominin etkisinin sona erdiği ve piyasa için üretim yapılan, şehirleşmiş bölgelerde CHP’ye destek sınırlıydı. Öyle ki CHP Kars, Malatya, Van gibi şehirlerde yüksek bir oy almakla birlikte ülkenin Batısından neredeyse hiç milletvekili çıkaramıyordu. Örneğin bu dönemde CHP’nin en başarılı olduğu seçim olan 1957’de bile Batı Anadolu ve Trakya yine DP’yi destekliyordu. Ankara’nın batısında CHP sadece Uşak’ta çoğunluğu sağlayabilmişti.

Ancak 1960’lı ve 70’larda yaşanan dönüşümlerle CHP Batıda yer alan ve sanayi merkezleri haline şehirlerde hızla güçlendi. Artık İstanbul, Ankara, İzmir gibi illerde CHP’ye destek %50’lilerin üzerindeydi. İstanbul’da gecekonduların ağırlıkta olduğu Zeytinburnu, Gaziosmanpaşa, Kartal gibi ilçelerde de CHP oyları %60’lara yaklaşıyordu.

CHP’nin sola yönelmesi en başta partinin destekleyicisi olan kesimleri değiştirmişti. İşçiler, küçük üreticiler, memurlar özetle emeğiyle geçinen insanlar büyük oranda CHP’ye oy vermeye başlamıştı. Temel talepleri ise ülkede üretilen zenginlikten adil bir biçimde pay almaktı. CHP de onlara hakça bir bölüşüm vaat ediyordu. Özetle Mehmet Ali Aybar’ın ünlü deyişiyle “Bey Takımının” partisi CHP, 1970’lere gelindiğinde “eli nasırlıların” partisi olmuştu.

Bugüne dersler

Peki bu dönüşümden geriye ne kaldı? CHP’nin 1960 – 1970’lerde yaşadığı dönüşümlerden bugün için hangi dersler çıkarılabilir?

CHP’nin 1960’lı ve 70’li yıllarda yaşadığı değişim ve ardından gerçekleşen oy patlaması bugünün siyaseti için dört temel dersi ortaya koyuyor.

Değişim, bir iki yılda tamamlanan bir süreç değil

İlk ders, CHP gibi güçlü bir tarihsel mirasa sahip bir parti için değişimin bir-iki yılda tamamlanabilir bir süreç olmadığı. CHP’nin sola yönelmesinin kökenleri aslında partinin 1950’lerde yaşadığı seçim mağlubiyetlerine uzanıyor. Bu yıllarda Demokrat Parti’nin piyasacı popülizmine karşı yeni bir söyleme gereksinim duyuluyor. Böylece CHP uzun arayışlar sonunda merkez sol bir doğrultuya evriliyor. Bu arayışlar hem partinin katılımcı demokrasi görüşünü olgunlaştırıyor hem de ekonomik ve toplumsal sorunlara köklü çözümleri partinin gündemine taşıyor. Özetle sorun yaşayan parti çözümler arıyor. Aradıkça buluyor, buldukça sınıyor ve sınadıkça da yenileniyor. Bu gelişmelerin gerçekleşmesi için de uzunca bir süre gerekiyor.

Büyük toplumsal altüst oluşların gerçekleşmediği bir ortamda partilerin değişimi uzun bir zaman alıyor ve köklü bir hazırlığı gerektiriyor. Bugün CHP’nin sorunu, bu durumu göz ardı etmesi. Parti günümüzde aceleci adımlarla kurtuluş çareleri deniyor. Her adım genelde önceki adımların reddi anlamını taşıyor. CHP, Anadolu Solu söyleminden “Üçüncü Yol” benzeri küreselleşmeyle uyumlu sosyal demokrasi görüşüne oradan da katı milliyetçi bir çizgiye birkaç yıl içinde evrilebiliyor. Güçlü laiklik vurgusu dindarların oyunu alma arayışına, Kürt sorunu üzerine raporlar yazan parti görüntüsü Kürt sorununun inkarına, sebeplerini izah dahi etmeden dönüşebiliyor.


CHP gibi partilerin en önemli özelliği, tarihten getirdikleri yükün anlamı ve büyüklüğü. Böyle partilerde değişim yapmak hem yıllara dayanan bir fikri hazırlığı hem de bu hazırlığa girişme cesaret ve birikimine sahip politikacıları gerektiriyor. ‘CHP geçmişte neden başardı, bugün neden başaramıyor’ sorusunun ilk cevabı, bu alandaki eksiklerle ilgili.

Kuşak değişmeden partiler yenilenemiyor

İkinci ders, değişimin temel dinamiği hakkında. Yenilenme ve değişim aslında parti içine yeni fikirlerin nüfuz edebilmesi demek. Bu süreç de ancak bir kuşak değişimiyle gerçekleşebiliyor. İsmet İnönü ve mensubu olduğu kuşak, tarih sahnesine 1908 Devrimi’yle çıkmıştı. 1960’lara kadar ülkenin kaderine hakim olan bu kuşak ulusal egemenlik, laiklik, milli iktisat, iktisadi planlama gibi birçok önemli kavramı ülkenin gündemine taşıyor. Ancak 1960’lara gelindiğinde yeni koşullara uyum sağlamak başka yeni fikirleri gerektiriyor.

Savaş sonrası dönem sosyal demokrasinin altın çağı olarak nitelendiriliyor. Bu altın çağın fikirleri ise yeni kuşaklar eliyle CHP’ye taşınıyor. Bu yeni kuşaklar önce parti merkezinde ardından yerel örgütlerde yönetime geldikçe CHP yenileniyor, sola yöneliyor. Kuşak değişmeden partiler yenilenemiyor.

Bugün CHP’de 21. asrı şekillendiren fikirler temsil edilmiyor, parti 20. yüzyılın ikinci yarısına şekil veren fikirlerin peşinden gidiyor. Doğal olarak ancak bu fikirler ölçeğinde destek bulabiliyor. Kuşak değişikliği sadece kişilerin değişmesi değil, yeni kuşağın etkili olması ve yeni fikirleri partiye taşıması demek. Yeni fikirlerin gücü karşısında hiç birşey duramıyor. CHP geçmişte yenilenmeyi yeni kuşakla başarmıştı. Bugün aynı kuşakla ve benzer fikirlerle yenilenme ümidi taşıdığı için bir duvardan başka duvara tosluyor.

Üçüncü ders ise değişimin öznesiyle ilgili. CHP’nin yaşadığı değişim ve sola yönelme aslında partinin kendi dışındaki değişimlerden açıkça etkilendiğini gösteriyor. 1960’ların Türkiye’sinde yükselen işçi hareketi, sol akımlar ve öğrenci muhalefeti CHP’nin doğrultusunu açık bir biçimde etkiledi. Bu gelişmeler olmasa CHP o dönüşümü gerçekleştiremezdi.

Ortanın solundan günümüze 50 yıllık tarihin bize öğrettiği ders çok açık: Sol, CHP’nin dışında hatta bazen CHP’ye rağmen gelişiyor, ancak CHP’yi doğrudan etkiliyor ve sol güçlenmezse CHP kendiliğinden değişemiyor. Türkiye’de solun gelişmesinin önündeki engeller sürdüğü müddetçe CHP’de de değişimin başarılı olmasını beklemek boşuna bir gayret gözüküyor.

Günümüze getireceğimiz son ders ise CHP’de nelerin değiştiğiyle ilgili. CHP’nin sola yönelimi ve oylarında hızlı artış, sadece bir unsurun değişmesiyle değil topyekun bir dönüşümle mümkün oluyor. Öyle ki 1972’de parti liderliğine Ecevit’in gelmesi ve İnönü’nün ayrılması, değişimin sadece bir boyutu. Aynı dönemde partinin ideolojisi, örgütü, sembolleri, seçmen tabanı, seçim coğrafyası değişiyor. Aslında bunların tamamı değiştiği için lider değişiyor. Yeni toplum yeni bir partiyi zorunlu kılıyor. Yeni parti de yeni liderliği üretiyor.

Lider değişikliğini değişimin bir sebebi değil aslında yaşanan dönüşümün bir sonucu olarak görmek gerekiyor. CHP’de liderin ve kadrosunun başarısız olduğunu görmek için allame olmaya gerek yok. Hemen her seçimden yenilgiyle çıkan bir ana muhalefet partisi CHP. Ancak lider değişir ve parti kurtulur gibi bir görüş aslında CHP’deki başarısızlığın devamını beraberinde getiriyor. Bu görüş, CHP’deki problemleri de görünmez kılıyor.

Aslında birbirini besleyen iki süreç söz konusu. CHP ve tabanının büyük sorunları olduğu için parti böyle bir liderlik üretiyor. Liderlik de tutarlı bir değişim çizgisi öneremediği için partinin ve tabanın sorunları devam ediyor. Birini diğerinden ayırmak gerçekten güç.

Bugünün koşulları, 1960 – 1970’lerin şartlarından çok farklı. Kent nüfusu ezici bir çoğunluğa ulaştı. Kamusal eğitim imkanları yaygınlaştı. Ülke ekonomisi küreselleşme koşullarında dışa açıldı. Kadınlar geçmişle kıyaslanmayacak ölçüde toplumsal ve ekonomik yaşamda söz sahibi olmaya başladı. Bu koşullar geçmişin reçetelerini anlamsız kılıyor. Yeni toplum yeni şeyler duymak istiyor.

Ancak diğer yandan alışıldık sorunlarımız devam ediyor. Eşitsizlik, yoksulluk, işsizlik, kötü yönetim ve anti-demokratik uygulamalar yine en yakıcı meseleler. Herkes birbirine ‘nereye gidiyoruz’ diye soruyor. Bu durum, Türkiye’de ana muhalefetin güçlenmesi ve daha istikrarlı bir siyasal ortamın bu yolla kurulmasını herkesin gündemine getiriyor.

Peki bu nasıl olabilir?

Bugün nasıl başarır?

CHP nasıl geçmişteki başarılarını tekrarlayabilir? Nasıl başarılı bir sosyal demokrat parti olabilir? Bir grup akademisyenle birlikte beş ilde CHP ve sosyal demokrasi üzerine yürüttüğümüz kapsamlı araştırma projesindeki veri ve gözlemler, bu sorulara kimi yanıtlar veriyor.

Bir ülkede sosyal demokrasinin oluşumu ve başarısı oldukça karmaşık tarihsel süreçlerin sonucu ancak bunun için dört şart belirlemek mümkün.

Bu şartların ilki, siyasal yaşamın demokratikleşmesi ve temel hak ve hürriyetlerin garanti altında olmasıdır. Demokrasiden uzaklaşıldığı durumlarda sosyal demokrat hareketlerin gelişmesi güçleşir. Türkiye’de sosyal demokrasinin gelişememesi sorunu aslında Türkiye’de demokrasinin pekişememesi sorunudur.

Ülkemizde demokrasi sorunları nicedir herkesin malumu. İfade ve örgütlenme hürriyetinin önündeki engeller, partilerin devlet imkanlarına eşitsiz erişimi gibi konular sosyal demokrat bir hareketin gelişimi önünde büyük sorunlar yaratıyor. Sosyal demokrasinin ülkemizde gelişmesi için CHP’nin birinci ödevi, demokrasinin derinleştirilmesini ve kökleşmesini sağlamak. CHP’liler solun gelişimi için demokrasinin kökleşmesinin ekmek kadar su kadar önemli olduğunu unutmamalı.

Başarılı bir sosyal demokrat hareket için ikinci önemli şart ise kapitalist bir ekonomik ve toplumsal formasyonun oluşumu ve bunu izleyen sınıfsal bölünmelerin gündeme gelmesidir.

CHP’nin başarılı olamaması, sosyal demokrat bir partinin üzerinde konumlanması gereken tabanı yani ücretli çalışanları kendi yanına çekememesiyle ilgili. Ayrıca CHP’lilerin zihin dünyasında toplum, ekonomik ayrımlar tarafından şekillendirilmiyor. Diğer partilerde olduğu gibi CHP için de kültürel farklar ve kimlikler diğer toplumsal ayrımların önünde yer alıyor. Bunu değiştirmek CHP’nin elinde. Türklük/Kürtlük ya da dindarlık/laiklik gibi ayrımların yanına ve hatta önüne sınıfsal ayrımları koyarak Türkiye’de siyasetin eksenini değiştirmek mümkün.

CHP’liler uzun süredir ekonomik bölünmenin yerine Atatürkçülük ve karşıtları ya da demokrasiye taraftar olanlar ve olmayanlar gibi ayrımları öne çıkarıyor. Ayrıca çağdaşlık, yurtseverlik ve ülkeyi sevmek gibi tanımlanması ve ölçülmesi zor unsurlar da ayrım hatları olarak öne çıkarılıyor. Oysa toplumlardaki bütün siyasal bölünmeler bir yandan da iletişimsel bir karaktere sahiptir. Yani toplumdaki bölünme toplumsal yaşamın içinde gömülü olarak vardır. Oradadır. Onu su yüzüne çıkaran politikacılardır. Politikacılar ideolojileriyle, kullandıkları sembollerle, söylemleriyle bu ayrımları politikleştirirler.


Amaç, bölünmeleri anlamsızlaştırmak olmalı

CHP’nin bugün yapması gereken, kültürel farklardan ve kültürel kimliklerden hareket eden bölünmelerin üzerine gitmek değil, aksine onları ekonomik hayattan kaynaklanan bölünmeleri öne çıkararak anlamsızlaştırmaktır.CHP’yi bildiğimiz anlamıyla sosyal demokrasiden uzaklaştıran temel konu budur. CHP, bu alanda bir değişikliği, geniş kesimleri ikna edecek bir tarzda, gerçekleştirmedikçe başarılı olamaz.

Üçüncü şart, refah devleti/sosyal politika uygulamalarıyla siyasal hareket ve ideoloji arasındaki ilişki hakkındadır. Sosyal demokrasinin başarılı olduğu ülkelerde özel bir tip kapitalizm türü vardır. Yani emeğin örgütlü olduğu, sosyal refah harcamaların yüksek seyrettiği, devletin düzenleyici işlevinin güçlü olduğu bir model… Ayrıca refah devleti uygulamalarının yurttaşlık hakkı temelinde uygulanıyor olması da önemli. Bu uygulama ve politikaların varlığı sosyal demokrasinin başarısıyla doğrudan ilgili. Bir ülkede sosyal demokrat refah rejimine yaklaşan bir uygulamalar ve kurumlar bütünü olduğunda sosyal demokrasinin gelişebilme imkanı oldukça yüksektir. Bu açıdan değerlendirildiğinde Türkiye örneğinin sosyal demokrasinin gelişmesi bakımından büyük imkanlar sunduğunu söylemek zor. CHP’nin başarısızlığı biraz da bu durumla ilgili.

İktidara gelemeyen bir partinin bu durumu değiştirmesi tabii ki mümkün değil. Ancak aile sigortası önerisinde olduğu gibi yaratıcı ve farklı ülke deneyimlerinden hareket eden politika önerilerinin öne çıkarılması seçim rekabeti nedeniyle iktidar partisini de etkiler.

Bunun yanında CHP’nin yönetimde bulunduğu belediyelerde sosyal belediyecilik politikalarının öne çıkarılması çok önemli. CHP’li belediyelerin 1970’ler Türkiye’sinin imkanlarıyla ortaya konulan CHP’nin “toplumcu belediyecilik” anlayışının bugün çok gerisinde bulundukları ortada. Halk Ekmek’ten toplu konut uygulamalarına kadar pek çok sosyal belediyecilik uygulamaları CHP’lilerin icatları.

Bugün CHP ve rakipleri arasındaki politika farkını gösterebilecekleri yegane alanın yerel yönetimler olduğu ortada. CHP’liler için iktidara gelememelerine rağmen belediyelerde sosyal politika uygulamalarıyla iyi yönetim örnekleri gösterebilme fırsatı orta yerde duruyor.

Farklı bir örgütlenme şart

Son şart ise örgütlenme biçimleriyle ilgili. Seçmeniyle organik olarak bağlı olan ve devlet yerine sivil toplum alanına yakın bir parti örgütlenmesi sosyal demokrasinin başarısı için önemli bir şarttır.

CHP böyle bir örgütlenme anlayışından çok uzak. CHP örgütünün sivil toplumdan ve ekonomik yaşamdan kopuk olduğu ve bir grup profesyonel particinin bütün örgüt ağını kontrol ettiği çok açık. Böyle bir örgüt yapısı seçmenle parti arasında aracılık rolünü üstlenemiyor.

CHP gerçek bir sosyal demokrat partiye dönüşmek için örgütüyle sendikalar, meslek kuruluşları gibi potansiyel ortaklarıyla bir arada çalışma kültürü geliştirmeli. Ayrıca CHP’yi desteklemeye gönüllü önemli bir kitle varken parti bu alanlardan maddi ve beşeri kaynak yaratamıyor. Oysa CHP seçmeninin ülkemizin beşeri kaynak bakımından en zengin kitle olduğunun herkes farkında. CHP örgütlerinde bu insanların siyasal katılımı için gerekli alanları ve kanalları oluşturmalı.

CHP hem dışarıya kapalı bir karakter taşıyan hem de kendi içinde katılım ve kaynak mobilizasyonu sağlayamayan örgütsel yapısını değiştirmeli. Dayanışma düzeyi yüksek yeni bir “toplum içinde toplum” yaratmadan CHP’nin dört dönemdir iktidarda bulunan bir partiyle mücadele etmesi mümkün değil.

93 yıllık bir parti olarak CHP’nin başarısı tabii ki CHP’liler için önemli. Ancak istikrarlı bir siyasal rejim tüm yurttaşlar için önemli. Muhalefetin iktidara meydan okuma kapasitesinin sınırlı olduğu ve hemen her seçimi iktidar partisinin kazandığı bir ülkede istikrarlı bir rejim kurmak zor. Yönetim çok uzun süreler toplumun yarısının tercihleri doğrultusunda oluşuyorsa, diğerlerinin çıkarları ve fikirleri yönetim katında etkili olamıyor demektir. Bu nedenle CHP’nin başarılı olması aslında herkes için önemli. Peki bunu CHP ne kadar istiyor? Onu da zaman gösterecek.

Bir cevap yazın

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.