Kanserden korunmanın yolları

Can Kemal Özer

Can Kemal Özer

1968 Konya/Bozkır doğumlu. Evli. Talebe, gazeteci, okur, yazar, emanetin izinde fikir işçisi

Kanserden korkmayan var mı aramız da? Muhakkak ki yoktur. Soruyu bu kez de ‘diyabetten korkmayan var mı?’ diye sorsak aynı düzeyde tepki alır mıyız emin değilim.

Eskiden insanlar ‘üç gün yatak dördüncü gün toprak’ temennisinde bulunurdu. Günümüz insanı ölmeyi aklına bile getirmiyor. Kanser olacağına bir ömür diyabetli yaşamaya çoktan razı gibi. Sedyede, komada veya yoğun bakımda, aletlere bağlı, bin bir zehir içerek, işitemeden, göremeden başkasının yardımına muhtaç ve hatta işkence altında bile olsa bir gün daha fazla yaşamanın derdine düşmüş durumda.

Elbette kimseye ‘neden şifa peşinde koşuyorsunuz’ demiyoruz. Buna hakkımız da yok. Dediğimiz şey, neden sıhhatimizi korumuyor, dünyaya hiç ölmeyecekmiş gibi sarılıyor, hakkı görmezden geliyoruz…

Modern insanın yegâne gayesi ölümü öldürmek. Bu isimli kitaplar bile kaleme almışlar. Netice de bir gün ölüm de ölmüş. Ancak kazada paramparça olmuş, tedavi edilemeyen, her yerini hastalık kaplamış iyileştirilemeyen, dünyadakiler ve işlerinden bizar olmuş ölmek isteyenler çoğalmış. Ama nafile. Çünkü bir kere ölümü öldürmüşler. Bu kez başka memleketlerden ölüm ithalatının yollarını aramaya başlamışlar.

Küffarın hadsiz tipleri ölümsüzlük genini arıyormuş. “Onu bulunca Tanrı ile savaşı kazanacağız” diyor. Akılsız, hadsiz, züppe! Akıllı olmak dünya işlerini başarmak değil, Allah’a ulaşmak ve onun karşısında hiçleşmek!

Son zamanlarda o kadar çok kanserli insanın çare aramaya dönük sorusuna maruz kaldım ki, hangi birini saymalı bilmiyorum. Göz, dil, diş kemiği, gırtlak, kan, göğüs, prostat, rahim, karaciğer, kalın bağırsak kanseri diyerek uzayıp giden onlarca tür…

Kimi kemoterapi ve/veya radyoterapi olmuş. Kimi ameliyat edilmiş yahut sıra bekliyor. Çuval dolusu ilaç, şişkin faturalar. Hepsi modern tıptan bezmiş. Güvenmiyor ama ‘tutunduğu dal ya koparsa’ endişesiyle oraya sarılmaya devam ediyor.

Notlarıma baktım son elli kadar kanserli olduğunu söyleyen kişinin ortak özelliği şu: Bu güne kadar dilediği gibi yemiş içmiş. Şeker ve şekerli sözde gıdalar hayatlarında en vazgeçmedikleri yiyecekler olmuş. Kimi günde 1 veya 3-4 bardak su ya içmiş ya içmemiş. İşlenmiş gıda sofralarının baş tacı. Mutfaklarında mikro dalga fırın… Uzayıp gidiyor.

‘Su içmiyor musunuz’ sorusuna verdikleri cevap ‘çay içiyorum ya!’ ‘Yıkanıyoruz ya’ demediklerine şükür!

Diyabet (şeker) çağın vebası durumunda. Dört kişiden biri ‘şekerli!’ Yakın gelecekte iki kişiden biri… Sonunda görmeyi, duymayı, konuşmayı, ellerini, bacaklarını da kaybetse yaşıyor ya ona seviniyor.

Devam eden salgın kimsenin pek de umurunda değil. Bu işten endüstri, tıp sanayii, SGK, hastaneler, sentetik yiyecek üreticileri, bürokrasi, üniversiteler, eczaneler hep birden mutlular. Azınlıklık mutlu ya, e daha ne olsun.

Sistem işlesin yeter ki, halk hastaymış ne önemi var. Beterin beteri var, haline şükretsin insan. ‘E ne yapalım Allah’tan geldi, başa gelen çekilir’ şeklinde kellere ilaç, düşünmeyenlere uyuşturucu bir de tesellimiz var zaten… (Şimdi bazı aklı evveller ‘Allah’ta geldi ne yapalım’ dememize takılabilir. Bu sizin anladığınız mealde değil şimdiden bilesiniz.) Sözümüz eşeğini sağlam kazıya çakmadan, tevekkül edenlere.

KANSER OLMAK İSTEYENLER BUNLARI DAHA ÇOK YAPSIN

Su içmeyin, ya da 70 kiloya kadar olanlar 2,5-3 litreden az su içsin ki kolay kanser olsun.

Bol şeker yiyin. Şekerli, NBŞ’li (nişastalı, glikoz şuruplu), aspartamlı vs. sentetik tatlandırıcı ürünlere tam gaz devam edin.

Bol işlem görmüş, raf ömrü uzun, içi katkı maddesi dolu sentetik gıdalardan sakın vazgeçmeyin

Klorlu su, güneşte pişmiş pet suyu, boyalı içeceklerden bol bol için.

Her şeyinizi, suyunuzu bile mikro dalgada ısıtın.

Cep telefonunuzu başınızın altına alıp yatın. İnternetinizi, Wi-Finizi kapatmayın. 4G’ye geçin. Üç-beş telefonunuz olsun hepsinde 4G bulunsun ki toplamı 15-20G’yi bulsun. İşleriniz daha hızlı yürür.

Şehirlere, özellikle de İstanbul’a toplanın, yüksek yüksek kibirli binalara taşının, köyleri boşaltın. Yaşlanınca bile şehirin pis havasını soluyun. Hatta nefesinizi egzozlardan alın.

‘Zararlı olsa devlet izin verir mi?’ demeye devam edin.

Hurma, badem, ceviz, bal, kuru üzüm yemeyin. ‘Bunlar pahalı, nasılsa hastalanınca bütün parayı devlet ödüyor. Önlem almayan keriz ödesin’ demeyi başkalarına da tavsiye edin. Bütçesi açık versin. Açığı kapatmak için daha fazla vergi toplamak, şehir hastaneleri yapmak, yabancıların SGK’yı boşaltmak için hastane kurması için teşvik etmek gibi bir çözümümüz var nasıl olsa.

Sakın hiçbir şeyi mevsiminde yemeyin. ‘Atın ölümü arpadan olsun. Bugüne kadar bir şey olmadı nasılsa, bugünden sonra gelen elle düğün bayram. Hastaneler sağ olsun’ zikrini çekin. Çünkü evde karı-koca veya çocuk dırdırı çekeceğinize beş yıldız otel konforunda hastanelerde yatarsınız. Ziyaretinize gelip kıymet bilirler.

Bunları eksizsiz yapın. Hayat tarzınızı değiştirmeyin. İlaç için yeter.

BAL MI YİYELİM?

Kafamız karıştı şimdi. Canan Karatay ‘bal yemeyin, şeker’ diyor. ‘Hurma yemeyin, o Arap yiyeceği siz zeytin yiyin’ diyor. ‘Meyve yemeyin içi şeker dolu’ diyor.

Allah (c.c.) ve Peygamberleri hariç tüm kullar hata ederler. ‘Bal yemeyin, hurma yemeyin, meyve yemeyin’ diyen kişi kim olursa olsun büyük bir hata etmiştir.

Allah (c.c.), Hz İsa’yı (a.s.) gebe olan kulu Hz Meryem’i (r.a.) hurma ağacını altına neden sevk etmişti? NBŞ, glikoz şurubu henüz keşfedilmediği, gebelere şeker yüklemesi henüz dayatılmadığı için mi?

Oysa Allah Hz Meryem üzerinden başta gebeler olmak üzere hepimize muhteşem bir mesaj veriyor. Buyurun okuyalım: “Doğum sancısı onu bir hurma ağacına yöneltti. “Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitmiş olsaydım” dedi. ‘Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün. Ye, iç, gözün aydın olsun…’” (Meryem Suresi 23-26)

“Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden hem içki, hem de güzel bir rızık edinirsiniz. Elbette bunda aklını kullanan bir toplum için bir ibret vardır. (Nahl Suresi 67)

“Rabbin, bal arısına şöyle ilham etti: ‘Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları kovanlardan kendine evler edin. ‘Sonra meyvelerin hepsinden ye de Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarına gir.” Onların karınlarından çeşitli renklerde bal çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz bunda düşünen bir insanlar için bir ibret vardır.” (Nahl Suresi 69)

Allah-ü Teâlâ böyle buyuruyor. Gerisini kim söylerse söylesin boş laftır. İtibar edilmez.

Lakin siz bunların önüne gelenini değil, toksik madde, hile hurda içermeyenini yiyin. Bal görünümlü glikoz, petek görünümlü parafin olanını yemeyin. Beyaz diye beyazlatılmış cevize itiraz etmeyin. Hem sohbet edin hem cevizinizi kendiniz kırın, çıkarın hurmanın çekirdeğini, koyun içine bademi, cevizi yiyin, yedirin.

Kanserden kurtulmak is-te-mi-yor-sa-nız hayatınızı değiş-tir-me-yin! Bildiğinizi okuyun! Çuval dolusu ilaç için! Ağrılı, acılı, elem verici, insanlıktan çıkarıcı tedavilere devam edin!

SEKİZ YÜZ ELLİ YEDİ (857)

İslâm’ın beklediği en şerefli gündür bu:
Rum Konstantaniyye’si, oldu Türk İstanbul’u!

Cihana karşı koyan bir ordunun sahibi,
Türkün genç padişahı, bir gök yarılır gibi,

Girdi Eğrikapı’dan kır atının üstünde;
Fethetti İstanbul’u sekiz hafta üç günde!

O ne mutlu, mübarek bir kuluymuş Allah’ın!
Belde-i Tayyibe’yi fetheden padişahın,

Hak yerine getirdi en büyük niyazını:
Kıldı Ayasofya’da ikindi namazını!

İşte o günden beri Türkün malı İstanbul,
Başkasının olursa, yıkılmalı İstanbul!

Nazım Hikmet

Bir cevap yazın

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.