Yeni yılda Avrupa

Avrupa Birliği’nin geleceğini sorguladığı bir dönemde, Roma Sözleşmesi’nin altmışıncı yılını kutlamaya hazırlandığı bir yılda, İngiltere’nin Birlik’ten çıkma sürecinin başlayacak olması yalnızca Avrupa hayaline sınır çizmiyor aynı zamanda siyasî coğrafyasının da sınırlarını yeniden tanzim ediyor

 

Avrupa Birliği 2017 yılına Berlin terör saldırısıyla girdi. Yeni yılda siyasî ve iktisadî sorunlar kadar güvenlik meselesi de gündemdeki yerini koruyacak. Bir yanda Fransa, Almanya, Hollanda ve belki İtalya’da gerçekleşecek seçimler diğer yanda Yunanistan ve Brexit merkezli gelişmelerin sebep olabileceği dalgalanmalar bulunuyor. Yakın coğrafyasında Rusya ve Türkiye ile olan ilişkileri kadar 20 Ocak’ta işbaşına geçecek olan yeni Amerikan yönetimiyle kuracağı diyalog büyük önem taşıyor. Göç ve güvenlik hiç kuşkusuz en az ortak adımın atıldığı maddeler arasında yer alsa da yeni yılda en fazla konuşulacak konuların başında geliyor.

Avrupa Birliği’nin geleceğini sorguladığı bir dönemde, Roma Sözleşmesi’nin altmışıncı yılını kutlamaya hazırlandığı bir yılda, İngiltere’nin Birlik’ten çıkma sürecinin başlayacak olması yalnızca Avrupa hayaline sınır çizmiyor aynı zamanda siyasî coğrafyasının da sınırlarını yeniden tanzim ediyor. İngiltere Başbakanı Theresa May’in Mart ayında süreci başlatacağını açıklaması Brüksel’i rahatlatsa da konunun mahkemeye taşınması belirsizliği artırıyor. Son sözün hükümete mi yoksa parlementoya mı ait olacağı yeni yılın ilk haftalarında netliğe kavuşacak. Theresa May’in çoğunluğu sağlayamayacağı ve bir umut Birlik’te kalacaklarına inanlar olsa da Muhafazakarların zamanı geldiğinde hükümet kararının ardında duracaklarını düşünmek mümkün. Özellikle referandum yoluyla karara bağlanmış bir konuda, milli iradeye rağmen, parlamenterlerin farklı bir karar vereceklerini düşünmek zor.

Brüksel çevrelerinde en fazla merak edilen ve belirsizliğini koruyan diğer konu May’in stratejisine ilişkin. Başbakanın sessizliğini koruması spekülasyonları artırıyor. Ocak ayında yapacağı konuşma, bu minvalde, sabırsızlıkla bekleniyor. Pazarlık sürecinde isteyecekleri ve kabul edecekleri yeni işbirliğinin sınırlarını belirleyecektir. Kulislerde İngiltere’nin farklı yeni bir işbirliği modeli önereceği söyleniyor. Brüksel bütün önerilere açık olsa da serbest dolaşım hakkı kırmızı çizgi kabul ediliyor. Brexit’i tetikleyen sorunun kırmızı çizgi olarak tekrar önlerine getirilmesi Londra’da tepkiyle karşılansa da ekonomi çevreleri için hayatî önem arzediyor. Londra, rekabetin beyin göçünü tetiklediği, en iyileri bulmaya ittiği bir dünyada Paris, Berlin ve Kalifornya’nın gerisine düşemeyeceğinin de bilincinde. Brexit sonrası finans sektöründe beklenen dalgalanmaların yaşanmaması kendi becerisinden çok ayrılma sürecinin daha henüz başlamamasıyla izah edilebilir. Müzakerelerin iki yıl süreceği gözönünde bulundurulursa o vakte kadar hazırlık yapmasına olanak sağladığı bir gerçek. Ne var ki, Londra’da esen pozitif hava Brüksel’de esmiyor. Çünki, eğer Brüksel Londra’ya beklentileri doğrultusunda avantajlı bir anlaşmayla çıkmasına olanak sağlarsa, diğer Birlik üyelerine örnek teşkil edeceğinden, ayrılıkçıların işini kolaylaştıracağının farkında.

Ancak 2017’nin seçim yılı olacağı düşünülürse Londra muhatap bulmakta zorlanabilir. Sırasıyla Hollanda, Fransa ve Almanya sandık başına gidecek. İtalya için daha henüz kesinleşmedi. Eğer kesinleşirse dört kurucu devlet seçime gidecek. Avrupa karşıtları bu seçimlerden çok umutlu. Özellikle fikri planda yakın buldukları Donald Trump’un Amerika Birleşik Devletleri başkanlığına seçilmesi umutları artırıyor. Fransa ve Almanya’nın seçimi bu noktada önem arzediyor. Anketlerden çok daha güçlü sonuçlar veren Big Data’nın verdiği bilgilere bakılırsa Fransa’da ırkçı popülist Ulusal Cephe cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda yer alacak (yüzde 96). Bu durumda yer alamayacak olanı bulmak kolaylaşıyor. Yarışın Cumhuriyetçilerle Sosyalistler arasında gerçekleşeceğini düşünmek mümkün. Beş yıllık iktidar döneminden yıpranmış olarak çıkan sosyalistlerin şansı cumhuriyetçilerle kıyaslandığında çok daha düşük. François Hollande’nin seçimlere katılmaması yeni bir yüzle seçime girme şansı verse de ibreyi lehine çevirmesi mümkün görünmüyor. Ancak sürprizlerin yaşanmayacağı anlamına gelmiyor. Seçmen davranışlarının kestirilemez olması son dakikaya kadar bütün senaryoları mümkün kılıyor.

Almanya için durum biraz daha farklı. Angela Merkel’in dördüncü kez aday olacağı seçimlerde ırkçı partilerin şansı çok daha düşük. Anketler Almanya için Alternatif Partisi’ni yüzde on bandında gösteriyor. Terör oylarını artırmasına olanak verse de seçimlerin Eylül ayında gerçekleşecek olması herhangi bir tahminde bulunmayı zorlaştırıyor. Kesin olan, Angela Merkel’in özellikle gündemden düşürmeye çalıştığı mülteciler meselesinin, Berlin saldırısı sonrasında, gündemin birinci sırasına yerleştiğidir. Bu minvalde siyaset dilinin de giderek şiddetleneceğini söyleyebiliriz. Almanya’nın demografik sorununu kontrol altına almak için işgücüne ihtiyaç duyması göç meselesini doğru zeminde tartışmasını gerektiriyor. Ancak terör saldırıları ciddiyetle ele almasını engelliyor. Ayrıca İslam ve Müslümanlar bağlamında değerlendirilmesi ırkçı partileri ve hareketleri güçlendiriyor. Göç meselesinin, konjonktürel olmadığı, bir gerçeklik olarak gelecek yıllarda da Avrupa Birliği’ni meşgul edecek olması söylem kadar vizyon değişikliği de gerektiriyor.

Avrupa Birliği içinde Donald Trump’e en az sempatiyle yaklaşan liderin Angela Merkel olduğu bir gerçek. Almanya’nın Birlik’in motor gücü olması Amerika Birleşik Devletleri’yle güçlü bir diyalog içinde olmasını gerektiryor. Ekonomi ve güvenlik yeni Amerikan yönetimiyle konuşulacak konuların başında geliyor. Amerika’nın içine kapanma sinyalleri verdiği bir dönemde başgösterecek bir sağırlar diyaloğu olumsuz sonuçlar doğurabilir. Özellikle savunma konularında Amerika’nın tutumu ortak savunma politikasında katalizör görevi görebilir. Donald Trump’ün meseleyi salt maddi kaygılarla değerlendirmesi en başta Avrupa’daki varlığını tartışmalı hale getirecektir. Amerika’nın Soğuk Savaş yıllarında Avrupa’yı koruma şemsiyesi altına alması Kültürel kaygılardan çok İngiltere’nin kıta Avrupası’nda başaramadığını başararak, ondan devr aldığı hegemonik gücü maksimize etmesine olanak sağladı. Bu sayede Avrasya kontrol altına alındı.

Avrupa diplomasisini 2017’de meşgul edecek bir diğer konu da Rusya ile ilişkileri olacak. Ukrayna krizinde oynadığı rol sebebiyle (Kırım’ı ilhakı, Donbass’ta ayrılıkçı gruplara sağladığı iddia edilen destek) Brüksel’in uyguladığı ambargolar Temmuz ayına kadar uzatıldı. Amerika Birleşik Devletleri’yle kıyaslandığında asıl kaybedenlerin AB, Rusya ve Ukrayna olduğunu görülüyor. NATO şemsiyesi altında Doğu Avrupa’da yürütülen kuşatma harekatı Rusya’yı Batı sınırlarında daha şahin politikalar izlemeye zorluyor. Güvenlik kaygılarını atırıyor. Son aylarda Baltık Cumhuriyetleri-Rusya sınırında ciddi hava ihlalleri yaşanıyor. Polonya’nın Haziran ayında (2016) Amerika ile gerçekleştirdği Anaconda tatbikatı (savaş oyunu) sınırın her iki tarafında gerilimi artırdı. Yaşananlar, Mayıs ayında Almanya Dışişleri Bakanı ve müstakbel Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier’i çileden çıkardı. “Savaş naraları ve postal sesleriyle” NATO’yu gerilimi artırmakla suçladı. Rusya’ya uygulanan ambargoların Alman ekonomisini olumsuz yönde etkilediği bir gerçek. İşadamları ambargoların kalkması için hükümete yoğun baskı uyguluyor. Donald Trump’ün Rusya ile yeni bir başlangıç gerçekleştirebileceğine olan inanç Avrupa siyasasının bir kısmında olumlu karşılanıyor. Örneğin seçime giden Fransa’da sağ partiler bu yönde hareket edeceklerini söylüyorlar.

Birlik’in Türkiye ilişkileri de bu yılın en önemli gündem maddeleri arasında yer alacak. Daha tarihi kesinleşmese de yıl içinde AB-Türkiye zirvesi gerçekleştirilecek. Mülteciler ve vize serbestisi tartışmaları sebebiyle gerilen ilişkilerin tam manasıyla normale döneceğini düşünmek zor. Ancak küçük adımlar diplomasisisiyle bir takım tıkanmışlıklar aşılabilir. Müzakere sürecinde yeni başlıkların açılması sonucu değiştirmeyecektir. Gerçekçi temellere dayanmaması işleri zorlaştırıyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini referanduma götürme istemi çıkış yolu sunuyor. Londra’nın Brüksel’le yürüteceği çıkış pazarlığı olası “özel ortaklığa” ilham kaynağı olabilir. Genel olarak Batı Avrupa medyasında çizilen olumsuz Türkiye imagosu iletişim kazalarına, doğru anlaşılmasına engel teşkil ediyor. Suriye ve son olarak Halep krizinde pasif tutumu sebebiyle eleştirilen Avrupa’nın yakın sınırlarında yaşanan dramlara hem insani hem askeri bakımdan kayıtsız kalması diplomatik başarısızlığın ötesinde yumuşak gücünün sınırlarını çiziyor.

Türkiye-Rusya ilişkileri, bu minvalde, hayati önem taşıyor. Son kertede, riskler ve belirsizlikler bağlamında değerlendirildiğinde Avrupa Birliği’nin kendi coğrafyasında, yakın çevresinde, stratejik ortaklarıyla ilişkilerinde belirsizlikleri yüksek bir yıla adım attığını söylemek mümkün.

Sinan Özdemir | Brüksel

Bir cevap yazın

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.