Türkçe mi, İngilizce mi?

Bana sorarsanız, elbette Türkçe. Ana dil öğrenilmeden bir yabancı dil öğrenilemez düşüncesindeyim.

Ama öğrenci velileri o fikirde değil. Onlar “İlle de İngilizce” diye tutturmuşlar. Çocuklarının orta öğrenimde yabancı dil öğrenemediklerinden yakınıyor, öğrensinler diye o kadar para verip kursa gönderiyorlarmış. Kimse “Benim çocuğum Türkçe biliyor mu” diye düşünmüyor. Herhalde “Konuştuğuna göre biliyor” diyorlar. İyi Türkçe bilmek o kadar kolay değil.

(Bütün bunları Milli Eğitim’de oluşan ve kamuya yansıyan bir proje için yazıyorum. Bundan böyle 5. sınıflar bir yıl süre ile sadece yabancı dil ve Türkçe okuyacaklarmış. Hadi hayırlısı).

Öğrencileri bırakın öğretmenler hangi seviyede ona bakalım.

Size iki örnek vereceğim.

Arada bir “Kim beş yüz bin lira ister” adlı yarışma programını izliyorum. Bu programa ülkemizin ünlü üniversitelerinden mezun doktorlar, mühendisler, meslek mensupları da katılıyor.

Geçende bir genç bayan öğretmen yarışmaya katıldı. Soru şu: “Müteessir” ne demek? Kız düşündü bulamadı. Joker hakkını kullandı. Ekranda iki cevap kaldı. Biri sevinç, öteki üzüntü. Şans eseri üzüntü deyip o soruyu bilmiş oldu. Şans işte. (Aslında kelimenin mânası üzüntü değil, üzüntülü’dür).

Öztürkçe lûgatlarda üzüntünün karşılığı “acı” olarak geçer. Çünkü bu lûgatlar “keder, elem, ıstırap, hüzün” vb. gibi nüans farkı ile aynı mânaya gelen kelimeleri yabancı kaynaklıdır diye almazlar. Bunları bir yana koyalım “acı” kelimesi dahi kaç mânaya geliyor, bilmek lazım.

Sıfat olarak “acı” tatlı’nın zıddıdır.

“Acı biber”, “Acı su”, vb. ifadeler; “Acı soğuk”, Acı kuvvet” gibi deyimler oluşturur. İsim olarak “Acı” iç ve dış tesirlerin uzviyette meydana getirdiği rahatsızlık, sızı, sancı, ağrı olarak bilinir.

Bu mânası ile çok sayıda deyim oluşturur: “Acı çekmek” hem ağrı, sızı duymak; hem üzüntü içinde bulunmak mânasınadır.

Mecazen pek çok deyim oluşturur: “Acı acı konuşmak”, “Acı-tatlı günlerimiz geçti”, “Acısını çıkarmak”, “Acısını içine gömmek” vb.

Lûgate bakarsanız sıfat olarak pek çok ismin başında görürsünüz: “Acıbakla, Acıbadem, Acıçay, Acıgöl” vb.
Şimdi bunlara “keder, elem, ıstırap, hüzün” vb. gibi nüans farkı ile kullanılan ve aynı mânayı taşıyan kelimeleri, onların dünyasını ekleyin.

Türkçe’nin derinliği, zenginliği ortaya çıkar.
Bu derinliği, zenginliği bilemeyenler düşünce duygularını İngilizce ile nasıl ifade edecekler?
Eh, demek ki İngilizce’yi de iyi öğrenmek lazım.
İkinci örnek şu: Oğlum uzun yıllar dershanede tarih hocalığı yaptı. Bana şöyle bir şey anlattı:

Öğretmenler odasında oturuyoruz. Ben kitap okuyorum. Yanımdaki bayan öğretmen bulmaca çözüyor. O da tarih öğretmeni, yeni geldi.

Az sonra bana döndü ve sordu:

– Murat Bey “muhasara” ne demek?

Şaşırdım, sonra cevap verdim:

– Kuşatma.

Düşünün, bu tarih öğretmeni. Kelimeyi herkesten önce onun bilmesi lazım. Ama yok. Çocuklar orta öğrenimden çok zayıf geliyorlar, çünkü öğretmenleri zayıf.

Dilin bu kadar zayıf olmasının bir sebebi de TDK uygulamaları ile Türkçe’den atılan kelimelerdir. Tuhaf, o kelimeleri sözlükten attılar ama halkın dilinden atamadılar. Tartışmaya girmek istemem, lakin şu ifadeye siz de eminim çok rastladınız. Adam derdini anlatmak istiyor ve söze şöyle başlıyor: “Meselâ örneğin eve gidiyorsunuz.” veya: “Her koşul ve şartta bu böyledir.” Değinmeden geçemeyeceğim. Hadi yazarlar, gazeteciler kullanıyor ama en azından TV, radyo spikerleri kullanmasın: “Muhatap” kelimesini “Muhattap” diye yazıyor, okuyorlar.

Ayıptır, ayıp.

Lafın başına dönelim: Sayın veliler. Evet, İngilizce önemli. İngilizce bilmeyeni adam yerine koymuyorlar, iş vermiyorlar. Lakin siz önce çocuğunuzun güzel Türkçe öğrenmesini isteyin.

 

Kaynak: Yenisancak / Mustafa Kutlu

Bir cevap yazın

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.