“HDP, PKK’sız bir gelecek tahayyül edebilmeliydi”

Akademisyen Vahap Coşkun, HDP’nin 7 Haziran seçimleri sonrası büyük bir fırsat kaçırdığı görüşünde. IRA örneğini veren Coşkun, HDP’nin, PKK’nın olmadığı bir gelecek tahayyülüne sahip olması gerektiğini söylüyor. Coşkun’a göre HDP de en başta PKK’nın hendek siyasetini yanlış buluyordu, ancak PKK eleştirileri ihanet olarak tanımlayınca HDP bunun karşısında duramadı.

Kürt siyasetinde tansiyon çözüm sürecinin öncesiyle karşılaştırıldığında dahi yüksek. HDP’nin eş başkanları dahil önde gelen isimleri cezaevinde. İl belediyelerinin büyük bölümüne kayyum atandı. Yaşananları Diyarbakır’da Al Jazeera’ye değerlendiren akademisyen Vahap Coşkun’a göre, bugün hükümetin bölgeye yönelik tek siyaseti “güvenlik” üzerine kurulu. Siyasi alanın çok daraldığını söyleyen Coşkun, 7 Haziran seçimlerinde, PKK’nın hendek politikasına karşı durmayan HDP’nin de büyük bir fırsat kaçırdığı görüşünde. Ancak Coşkun’a, göre MHP ile işbirliği bölgede AK Parti’ye de kaybettiriyor.

7 Haziran seçimlerinden sonra yaşananlara baktığımızda, Kürt siyasetinde gerilim, sanki bir çığ gibi büyüdü ve bu noktaya geldi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu süreci?

1 Kasım’da AK Parti çok ciddi bir güç tahkimatı yaptı. 7 Haziran’da yüzde 40’a düşen bir parti, 1 Kasım’da yüzde 50’ye çıktı. Bu 10 puanlık ciddi artışın, AK Parti’nin doğruları kadar muhalefetin yanlışlarından kaynaklanan bir tarafı da vardı. Bence bu yanlışlardan biri de HDP’nin izlemiş olduğu siyasetti. Nitekim HDP’nin, 7 Haziran ile 1 Kasım arasında 1 milyona yakın bir oy kaybı söz konusu oldu. Ben genel olarak Türkiye’de, 1 Kasım’dan bugüne kadar olan süreçte iki belirleyici noktanın olduğunu düşünüyorum. Bunlardan bir tanesi dış politikada ve iç politikayı da etkiliyor. Suriye ve Irak’taki gelişmeler, Türkiye’de kitlenin siyasete verdiği anlamın çok ciddi olarak değişmesini sağladı. Bir başkası ise, 15 Temmuz. Bu iki veri siyasi dengelerin tamamıyla değişmesini beraberinde getirdi. Kürt siyaseti, daha doğrusu Kürt meselesi de bunlardan bağımsız değil, elbette. Özellikle, Suriye’de, PKK ile devlet arasında uzlaşmazlık noktalarının giderilmemesi, dahası bu uzlaşmazlıkların artması, hem sınır dışındaki gerginliğin artmasına sebebiyet verdi hem de sınır içinde Kürt meselesinin çözülebilmesi için gerekli zeminin oluşması şansını ortadan kaldırdı. Bu kadar gerginliğin birikmesi, bu kadar daha sert bir atmosfere girmemizin altında yatan en önemli sebep bu. Dışarıda ve içeride gerginlik bu kadar büyüyünce, Hükümet de elindeki tüm enstrümanları sahaya sürdü. Şu an baktığımızda hükümetin Kürt meselesinde topyekün bir mücadele stratejisi var. Bu stratejinin, bir PKK’ye, bir de siyasete bakan tarafı var. PKK’ye bakan tarafı, sınır içinde ve dışında tüm imkânlarla örgütün gücünü kırmaya yönelik. Siyasete yönelik de bir kıskaca alma durumu, siyasi alanın da mümkün mertebe daraltılması söz konusu.

Dokunulmazlıklar kaldırıldıktan sonra tutuklamaların olacağını ve buna Demirtaş, Ahmet Türk gibi isimlerden başlanmasını bekliyor muydunuz?

Türkiye’de iktidarlar değişse bile devletin bazı refleksleri var. Süreç akâmete uğradıktan sonra o sürecin sonrasındaki önlemler, tedbirler sertleşir ve çatışma daha da şiddetli bir boyut kazanır. Bunun bir benzerini 2011 Oslo sürecinin bozulmasında da yaşamıştık. Çok şiddetli bir çatışma ortamı yaşanmıştı ve o dönemde de siyasi alanda tansiyonun çok yükseldiğini görmüştük. Meydanlarda ip atmalardan tutun, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasının tartışılması da gündeme gelmişti. Ama tam o sırada çözüm süreci rafa kaldırıldı.

Süreç biter bitmez aynı hızla geri döndü o gerginlik ortamı…

Evet… O zaman bir süreç başladı ve daha önce görmediğimiz olaylar yaşandı. Öcalan bir müzakereci haline geldi, Kandil’e gidip gelmeler başladı. Medyada bir barış gazeteciliğinin olduğunu, çözüm sürecinin ne kadar değerli olduğunun yazıldığını görmüştük.

Şimdi bugünden bakınca, o günler ve yaşananlar çok uzak görünüyor…

İklim çok sert bir şekilde değişti. Öcalan’ın mesajları okunuyordu. Böylesine bir sürece evrildik. Hava bu kadar değişince devletin bu tedbirleri alması da kendisi açısından daha rahat oldu. Tabii bir de 15 Temmuz’un getirmiş olduğu bir meşruiyet var. Bunu da arkasına alarak herkese karşı bir topyekün mücadele veren hükümet pozları içinde bunlar da yapıldı. Kayyumların atanması ile bu iş başladı. Kayyumlar atandı, belediye başkanları gözaltına alındı, milletvekilleri gözaltına alındı. Böylece siyasi çözüm imkânının tasfiye edilmiş olduğu bir sürece gelmiş olduk bugün.

Siz de yazılarınızda değiniyorsunuz. Geçmişte bu tür gözaltı, tutuklamalar olduğunda sokaklara yansıyan bir tepki olurdu. Bugün ise tam anlamıyla bir sessizlik var. Ne anlama geliyor sizce vatandaşın bu duruşu?

Bu tek bir parametreyle açıklanabilir bir durum değil. Herkes kendi siyasal angajmanlarına göre açıklıyor. Bence bunun altında üç önemli faktör yatıyor. Bunlardan bir tanesi, elbette OHAL atmosferinin getirmiş olduğu bir tedirginlik. Elbette siyasal olarak mobilize olmanın imkânsızlaştığı bir durum, hem de siyasal hareketliliğin çok ciddi anlamda maliyetinin olduğu bir tablo ortada. Dolayısıyla insanların sokağa çıkmada daha temkinli ve isteksiz davranmalarının anlaşılabilir bir tarafı var. Fakat bence bu, bütün olan biteni açıklamaya yeterli değil. OHAL olmasaydı da bu çağrılar, HDP ve PKK’nin umduğu düzeyde bir karşılık bulabilir miydi? Bu çok önemli bir soru.

Bulabilir miydi?

Ben OHAL olmasaydı dahi bu çağrıların Kürtler tarafından ciddi bir karşılık bulacağı kanısında değilim. Bunun iki önemli sebebi var. Biri, 6-8 Ekim olaylarının toplumun hafızasında bıraktığı derin izlerdir. Bu çok ciddi mânâda korku ve endişeye sebep verdi. Sokağa çıkıldığında nerede durulacağının kestirilemediği bir hâl oluştu. Dolayısıyla artık sokak çağrılarına daha temkinli yaklaşan bir toplumsal durum söz konusu. İkincisi ve daha da önemlisi, kitlelerin özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra PKK’nin başlattığı şehir savaşları stratejisine göstermiş olduğu tepkidir. Bu hendekler ve barikatlara yönelik olarak Kürtler, ilk günden itibaren bunu tasvip etmediklerini gösterdiler. Şu anda insanlar, bu çağrılara kulaklarını tıkıyorlarsa bunun altında yatan en önemli sebeplerden bir tanesi, PKK’nin savaşı şehirlere taşıma stratejisine duydukları tepkidir. Şunu hiç unutmamız gerektiğini düşünüyorum; çoğunlukla bu sessizliği salt OHAL’e bağlayanların unutmaması gereken bir durum, bu çağrılara karşılık vermeme, salt bu zaman dilimi ile ilgili bir şey değil. Diyarbakır’da çatışmaların olduğu dönemlerde yine kitlenin sokağa çıkması konusunda çeşitli çağrılar yapılmıştı ama halk bu çağrılara rağmen sokağa çıkmadı.

Söylediklerinizden şunu anlıyoruz, seçmen diyor ki, “Ben sokağa çıkmayacağım, yeniden şiddet doğmasına aracı olmayacağım ve zaten size tepkiliyim.” Doğru mu anlıyoruz?

Bu hendekler, barikatlara giden yolda, PKK’nin Kürt seçmeninin desteğini yanlış okuduğu kanısındayım. Oradaki destek siyasete verilen bir destekti. “Siyasetin alanını desteklediğiniz takdirde destek olacağız” anlamındaydı bu. Eğer siz, bu desteği rayından çıkarıp şiddete evriltirseniz, seçmen buna tepki gösterir ve sizinle arasına bir mesafe koyar.

Bu bir ilkti değil mi, bölgede seçmen açısından?

Çok ciddi bir tepki gösterilmiş oldu, evet. Ama şunu da söylemek gerekiyor, bu tepkinin gösterilmiş olması artık HDP’ye yüz çevrildiği, HDP’ye siyasi kredi açmayacağı veya açmış olduğu siyasi krediyi geri alacağı anlamına gelmiyor. Çünkü, siyasette salt sizin davranışlarınız değil, rakiplerinizin nasıl davrandığı da önemli. Ben bu sessizliğin PKK’ye tepki içerdiği kadar hükümet politikalarına herhangi bir onay içermediğini de söylemek istiyorum. Kürtler, kendi kapılarının önünde hendek kazılmasına tepki gösterdiler. Ama Kürtler, Demirtaş’ın alınmasına da, 74 yaşındaki Ahmet Türk’ün alınmasına da tepkililer. Çünkü bu tür yöntemlerin herhangi bir şekilde sorunu çözme yönünde fayda sağlamayacağını biliyorlar. Hükümet bu sessizliği, HDP’den ayrılıp kendi saflarına geçmesi şeklinde okuyorsa, bu yanlış bir okumadır. Bir kemik seçmen var elbette. Bunlar HDP’nin de, PKK’nin de davranışlarını bir şekilde meşrulaştırırlar. Her şekilde oy verirler. Ama özellikle 7 Haziran’da kemik tabanın dışında destek verenlerin nasıl davranacağı önemli. Burada önemli olan HDP’nin nasıl davranacağı değil sadece, Hükümet’in nasıl davranacağı da önemli olacak.

Şu anda Hükümet’in bölgeye yönelik siyaseti nedir?

Sadece bir güvenlik siyaseti var, buna bir siyaset diyebilirsek. Daha önceki iktidarların düştüğü hatanın aynısına düşüyor Hükümet. Bu çatışmaların yükseldiği anda Kürt meselesi yokmuş gibi davranıyor. Meseleyi sırf çatışmaya, şiddete odaklıyor. Kürtlerin meşru taleplerini, sosyal ve kültürel hak taleplerini görmezden geliyor. Genel Merkez’i bırakın, bölge milletvekillerinin dahi söylediği tek bir söz sözkonusu değil. Bu siyasetin Kürtler nezdinde bir onay bulması sözkonusu olmayacak.

Bir yandan da, şimdilik seçime çok var, fakat ufukta bir anayasa referandumu görünüyor…

Bunun elbette bölgede yansımaları olacak. Bir Anayasa değişikliği getiriyorsanız ve Kürt meselesi konusunda şifa verecek tek bir hüküm yoksa eğer, bunu Kürt seçmene nasıl anlatacaksınız?

Ama bu değişiklik MHP ile birlikte yapılıyor ve daha çok başkanlık sistemi odaklı…

Evet. MHP ile girilmiş olan işbirliğinin, MHP’nin hassasiyetlerinin ciddi anlamda gözetilmesinin, Kürtlere söyleyecek ne sözü olabilir? Anadilde eğitimi, yerel yönetimlerin özerkleştirilmesi, vatandaşlık tanımının etnik bir mânâdan çıkarılmasını içermeyen bir anayasa değişikliği, Türkiye’nin anayasa problemini ne kadar çözebilir? Tüm bunlar önemli soru işaretleri. Özellikle bu noktalarda, AK Parti’nin politikalarını halka anlatmada çok ciddi sıkıntı çekeceğini düşünüyorum.

MHP faktörü tek başına bir şey ifade ediyor mu?

Çok ciddi bir faktör bu. Çünkü bugüne kadar MHP’nin kendisine kırmızı çizgi olarak belirlediği noktalar, bölgedeki AK Parti seçmeninin de tasvip ettiği noktalar değil. Herhalde bugün bölgede AK Parti’ye oy veren seçmen anadilde eğitime karşı değildir. Herhalde kendisinin salt Türk olarak nitelendirilmesinden hoşnut değildir. Herhalde bütün yetkilerin merkeze bağlanmasından memnun değildir. Ama AK Parti’nin tüm bunlara ‘evet’ diyen siyasetinin, bölgedeki AK Parti tabanı açısından da ciddi sıkıntı yaratacağını söylemek lâzım. AK Parti tabanında, partinin giderek MHP’lileştiği yönünde bir sıkıntı var. İster genel ve ister yerel seçimler olsun, sandık halkın önüne geldiğinde AK Parti’nin bölgede ciddi bir rahatsızlıkla karşılaşacağını görmek mümkün.

Bu tutuklamaların ve tutukluluk hallerinin devam edeceğini düşünüyor musunuz?

Ben, tüm bu tutuklamaların, siyasi bir projenin ve siyasi bir kararın sonucu olduğunu düşünüyorum. Ben, zaten işin de son derece yanlış başladığını, dokunulmazlıkların kaldırılmasının da yanlış olduğunu düşünüyorum. Siyasi alanın korunması gerekirdi. İkincisi, somut örnekte dokunulmazlıkların kaldırılmasının anayasaya ve ceza hukukuna uygun olmadığını düşünüyorum. Fakat bir kez dokunulmazlıklar kaldırıldıktan sonra ifade çağrılarına HDP’lilerin icabet etmesi gerektiğini de düşünüyorum. Çünkü, “Biz mahkemeleri tanımıyoruz” şeklindeki meydan okumaların, devlet tarafından mutlaka bir cevabının olacağı belliydi.

Amacı neydi HDP’nin? Meselâ, bu hendek meselesi ile bir şekilde koptuğu tabanını yeniden konsolide edebileceğini düşünmüş olabilir mi bu yolla?

Orada AK Parti’nin veya devletin bu şekilde gelmesinin Kürtlerde bir rahatsızlık yaratıp, tekrar kendi güçlerini tahkim edecek bir sonuç üretmesini beklediler muhtemelen burada.

O da olmadı…

Bu da bekledikleri oranda gerçekleşmedi.

Siyasi tabloya geri dönersek eğer. Sizin anlattıklarınıza bakınca, AK Parti’nin özellikle MHP ile işbirliği nedeniyle de burada seçmene hitap etmediği görülüyor. Bir yandan da HDP’ye de tepki var…

AK Parti’nin bölgede diğer partilerden farklı olarak oy alan bir parti haline gelmesinin iki önemli nedeni var. Bunlardan biri, gündelik hayatı kolaylaştıran bir parti olması. Yani hizmet siyaseti. Bir diğer nedeni ise, Kürt meselesinin çözümünde demokratik bir ufka sahip olduğuna dair vermiş olduğu inanç. AK Parti’ye oy veren seçmen, Kürt meselesinin ancak AK Parti ile mümkün olacağını düşünüyordu. Bunun tamamıyla ortadan kalktığı bir dönemden geçiyoruz. Bugün AK Parti’de Kürt meselesinin siyasi çözümünden bahseden bir dil kesinlikle yok. AK Parti’de daha önceki iktidarların defalarca seslendirdiği, “Son terörist öldürülene kadar devam edeceğiz” söylemi hâkim. Oysa Kürt seçmen de çok iyi biliyor, o son terörist asla gelmeyecek. Bu siyaset, bir çözümsüzlük siyaseti, buradan çözüm çıkmaz. Bu siyasetin, AK Parti’nin Kürt seçmenini de tatmin eden bir siyaset olduğunu düşünmüyoruz. AK Parti de yine diğer iktidarların yaptığı gibi PKK’nin varlığını, Kürtlerin varlığını, haklarını tanımama için bahane olarak kullanmaya çok meyilli.

Kemik tabanı hariç, seçmenin HDP’ye de kısmen mesafeli olduğunu söylüyorsunuz. AK Parti için de yukarıdaki tespitleri yaptınız. Kulislerde dolaşan “Yeni bir Kürt siyasi partisi kurulacak” iddialarını da hatırlatarak soruyorum, bu durumda seçmen yeni bir partiye mi yönelecek?

AK Parti ve HDP dışında siyasal partiler var ve çeşitli eğilimleri temsil ediyorlar. Hükümet çevreleri HDP içinden çıkacak ve PKK’ye karşı koyacak bir siyasi hareketi arzu ediyorlar. Ben kısa süre içinde bunun olabileceği kanaatinde değilim.

Bu soruyu defalarca size ve başkalarına sorduk ama yine sormak durumundayım bugünün koşullarında. HDP neden yapamadı, neden farklı bir ses çıkaramadı, nasıl oldu da seçmenini bu kadar hayâl kırıklığına uğrattı?

Ben, HDP’nin PKK’ye karşı devletin ve diğer siyasi partilerin konuştuğu gibi konuşmasını mümkün de görmüyorum, gerekli de görmüyorum. Mümkün değil, çünkü aynı sosyolojiye hitap ediyorlar. Gerekli de değil, çünkü devletin diliyle PKK ile konuşursa o zaman HDP’nin PKK’yi etkileme ve dönüştürme ihtimali ortadan kalkar. Benim HDP’ye yönelik en büyük eleştirim, HDP’nin kendi siyasal varlığını anlamlı kılacak bir duruş sergileyememesiydi. PKK herhangi bir çatışmaya dönme emareleri gösterdiğinde buna karşı durmalıydı. Bunun tarihi ve konjonktürel çeşitli sebepleri var. Bu hareketin temelinde önce silah var. Siyasi hareket daha sonra buna eklemlendi. Sürekli olarak bu hareketin karar verici noktalarında silahı elinde bulunduranlar söz sahibi oldular. Bunun dışında, bölgedeki, yani Irak ve Suriye’deki çatışma ortamı, silahı elinde tutanların daha da fazla güç elinde tutmasını beraberinde getirdi. Gerry Adams bir kere, “Ben IRA’nın olmadığı bir gelecek hayâl ediyorum” demişti. HDP’nin de, PKK’nin olmadığı bir gelecek tahayyülüne sahip olması gerekiyordu.

HDP, böyle bir tahayyülü olsa bile bunu dile getirebilir miydi?

Bu, özellikle hendek siyasetinde, 80 vekile sahip, bölgenin büyük kısmında yerel iktidar olan bir parti grubu, “Biz asla bu hendek siyasetini kabul etmiyoruz, çatışmaları kabul etmiyoruz. Bu sorun 14-15 yaşındaki çocukların sırtına yıkılacak bir sorun değil. Biz parlamenterlerin çözmesi gerekir” deyip, hendeklerin önüne kendileri gelseydi, PKK’nin bunu çok zorlama şansı olduğunu düşünmüyorum. HDP, çok ciddi bir fırsatı kaybetti. Önce hendeklere daha düşük dozda karşı çıktılar. PKK’den çok sert tepki gelince geri adım attılar.

Son açıklamalarda hendekleri halkın kendini savunma aracı olarak tanımlıyorlardı…

Evet ve ilk etapta yanlış olduğunu Demirtaş da, diğer HDP’li yetkililer de görüyordu. Ancak, daha sonra PKK bunu temel bir strateji olarak belirleyip, tüm eleştirileri de bir ihanet olarak kodlayınca HDP de bunun karşısında duramadı. Asıl siyaset de burada gerekliydi. “Burada en büyük zararı Kürtler görür. Biz bu siyaseti onaylamayacağız” demelilerdi. Bu, Selahattin Demirtaş’ı ve HDP’yi büyüten bir siyaset olurdu. 7 Haziran’da HDP bölgede daha önce hiç bir siyasi partiye nasip olmamış bir fırsat yakalamıştı. Bu dalganın üzerinden siyaset yapmaya devam etseydi eminim bir sonraki seçimlerde bu oy oranını kat kat yükseltebilirdi.

Öcalan faktörünün artık devreye girme ihtimali kaldı mı sizce? Ya da bir oyun değiştirici anlamı taşıyabilir mi hâlâ?

Ben, bu çözüm sürecinin içeriden kaynaklanan eksiklikleri, yanlışlıkları kadar asıl problemin Suriye’de olduğunu düşünüyorum ve Suriye’de sular duruluncaya kadar bir siyasi rotaya tekrar dönmenin güç olduğunu görüyorum. Öcalan faktörü için ise şunu söyleyebilirim, çatışma başladığı andan itibaren Öcalan sürecin içine herhangi bir şekilde müdahil olmadı. Sınırlı bir şekilde iletişimi olduğu anda siyasi çözüme yönelik tavır ortaya koydu. Ben, hem PKK açısından hem de devlet açısından yine de Öcalan’ın özel bir koruma gördüğünü düşünüyorum. Bu sürecin sorumlularından biri olarak Öcalan görünmüyor.

Öcalan’ın etkisinin beklendiği gibi olmadığı mı görüldü sizce? O, çözüm demesine rağmen, Kandil tercihini başka yönde kullandı ve onların dediği oldu.

Devlet katındaki okuma, Öcalan’ın süreci yönetme konusunda bir iradeye sahip olduğu fakat Kandil’in bölgedeki angajmanlarıyla süreçten vazgeçtiği yönünde. Bence, Öcalan tamamıyla devre dışına çıkmadı, saklı aktör olarak tutuluyor. Zaman ve zemin uygun olduğunda tekrar devreye girmesi söz konusu olabilir.

Bir cevap yazın

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.