‘Cemaatler kayıt altına alınmalı’

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Özafşar, kurumun 2012 yılından bu yana Gülen örgütünü mercek altına aldığını, ancak hazırlanan raporun bir türlü açıklanmadığını söyledi. Özafşar’a göre bu tür yapıların bir tehdit unsuru olmaması için atılması gereken adımlar arasında cemaatlerin kayıt altına alınması da var.

15 Temmuz darbe girişiminin ardından Gülen örgütü mensuplarının hem devletten hem de çeşitli alanlardan tasfiyesi ile ilgili çalışmalar, operasyonlar sürüyor. Ancak bir başka alanda tartışılan bir önemli başlık daha var. Bu örgüt uzun yıllar boyunca devlete nasıl yerleşti, “dini bir cemaat olarak tanınan” bu yapı nasıl bu noktaya geldi? Bu konuyla ilgili çalışmalar yapan kuruluşlardan biri de Diyanet İşleri Başkanlığı. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Olağanüstü Din Şurası düzenleyen Diyanet, şimdi konuyla ilgili daha somut çalışmalar yapma hazırlığında. Kurum, nasıl bu noktaya gelindiğine ilişkin tespitler de yapıyor. Al Jazeera’nin sorularını yanıtlayan Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Özafşar’a göre Diyanet, 2012’den bu yana örgütten “herkesten fazla şüphelenmiş” ancak bir takım “kültürel kodlar” nedeniyle bu şüphelerini hep ertelemiş. Bundan sonra bu tür yapıların bir paralel devlet oluşturma girişiminde bulunmaması için ne yapılması gerektiğine dair soruya da yanıt veren Özafşar, aralarında cemaatlerin kayıt altına alınmasının da olduğu hukukî ve toplumsal boşlukların doldurulması gerektiği görüşünde. Dini eğitimin de mutlaka gözden geçirilmesi gerektiğini belirten Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı, “Kayıt dışı yapılar bir gün mutlaka toplumu tehdit eder” dedi.

15 Temmuz öncesinde “FETÖ tanımı” kullanılmaya başlamıştı ama daha öncesinde kullanılan Fethullah Gülen Cemaati tanımı sizin için, Diyanet İşleri Başkanlığı için ne demekti?

Bu cemaatler meselesi Türkiye’de her zaman sorunlu bir alan olmuştur. Cemaatler hep devlet ve toplum tarafından sorunlu olarak görülmüştür. Hep bir istifham işareti vardır ve anlamakta zorlanılan yapılar olmuştur. FETÖ ise başından itibaren hep şüpheyle bakılan ama iyi niyetle, bir takım mazeretlerle şüphelerin ertelendiği bir yapıydı. Ne zaman kendini deşifre edip, cürmü meşhût yapıp ortaya çıktı, o zaman toplumun tamamı hükmünü verdi. Yoksa 40 senelik bir harekettir. Bir defa figürün kendisi sorunlu bir kişi. Aranmış, tutuklanmış, içeride kalmış, kaçmış bir figür. Ama aynı zamanda da ortalıkta bir figür. Bakıyorsunuz mihraplarda, camilerde süreç içerisinde himaye gören bir figür.

Diyanet de mi bugüne kadar şüpheyle yaklaşmış ama hep beklemiş?

Diyanet, bugüne kadar hep sağlıklı dini bilgi açısından baktığı için şüphesi herkesten fazla olmuş. Ama Diyanet’in de kör noktası şu; bir kültürel kodla bakılmış meseleye. Türkiye toplumunun genelinde var olan kültür kodları Diyanet’te de var. Diyanet böyle şüpheleri artıp bunu yakından incelemeye başladığında bir takım sorunlu unsurları, “Bunlar diğer tarikatlerde de cemaatlerde de var. Zaten kültürde de bunlar var” şeklinde değerlendirmiş ve kuşkularını ertelemiş.

Nedir bunlar meselâ?

Mesela rüyalar meselesi. Rüyalar meselesi aslında İslâm’ın açık bilgisi içinde bir delil olamaz. Bunu bütün ilahiyatçılar bilir. Ama bu yapıda rüyalarla hareket edildiği görülmüş. O zaman da denilmiş ki, “Efendim zaten kültürümüzde rüya kültü diye bir şey var.” Yüceltici nitelemeler yapılmış, “Kâinat imamı” gibi. O zaman da denilmiş ki, “Bu kültürün zaten yüceltme özelliği vardır. Tasavvufta, tarikâtte de bunlar var.” Dolayısıyla şüpheler ertelenmiş, ta ki cürmü meşhût yapılıncaya kadar. Yani suç tamamen ortaya çıkana kadar.

Bu ne zaman gerçekleşti sizin açınızdan?

Diyanet, 2012 yılından sonra bu yapıyı ciddi biçimde mercek altına almıştır. Bu yapının dini bilgi açısından sakat noktalarını tespite çalışmıştır. Bununla ilgili kamuoyunu bilgilendirecek açıklamaları olmuştur. Ama bunun dini meşruiyetini sorgulayan bir çalışma sonuçlandırılamamıştır. 2013’ten sonra bir içerik hazırlandı ama kamuoyuna bir rapor vaadi olduğu halde maalesef bu rapor bugüne kadar kamuoyuna sunulamamıştır.

Neden?

Varolan unsurlar “Zaten kültürde de var” denilerek bir suç unsuru olarak veya sapma olarak nitelemeye cesaret edilememiştir.

“Önce paralel dini yapı oluşturdular”

Bu örgütün bu ölçüde ve bu şekilde yapılandığını tahmin edebiliyor muydunuz?

Bu örgüt paralel devlet yapılanması olmadan önce bir paralel dini yapı oluşturmuştu. Önce paralel dini yapılar oluşuyor. Sonra onlar kapitalle ve iktidar güçleriyle buluşuyor, sonra bir takım odaklarla bir araya geliyor ve ortaya bir paralel devlet yapılanması çıkıyor. Bu yapı önce dini bir örgütlenme ile ortaya çıkmıştır. Bu yapının başı olan zat Diyanet’te imam, vaiz olarak görev yapmış. Baktığınız zaman din içerisinden gelmiş, dini bir söylem ile kendisini inşa etmiş, dini vaatlerde bulunmuş insanlara. O bakımdan yapı tamamen dini olarak şekilleniyor. Paralel devlet olması bu dini yapılanma tamamlandıktan sonra başlıyor. Ama bunu toplum neden göremedi? Tabii ki toplumda bunu görmeyi engelleyen bir takım boşluklar var.

Okuduğumuzda bir çoğumuzu şaşırtan bir yapılanma görüyoruz. Askerdeki yapılanma en üst düzeylere kadar çıkmış. Her eğitim düzeyinde insan arasında yaygınlık gösteriyor. Dini bu kadar yanlış yorumladıkları halde nasıl gelişmiş bu mekanizma, bu düzeyde bağlılık? Nasıl bir boşluktan yararlanıp bu noktaya gelebilmişler?

Kanaatimce Cumhuriyet döneminde esas boşluğu doğuran zaafiyet noktası din politikaları konusundaki ciddi belirsizliktir. Bu dönemde biz devlet olarak, partiler, kurumlar olarak, din politikalarını netleştirememişiz. Bu boşluk içerisinde herkes kendisine bir yer bulmuş. Resmi dini yapıların statüleri ve çerçeveleri bir tarafa, Müslüman olsun olmasın, dini sosyal tezahürlerle ilgili hukuki boşluklar olmuş. Bu boşlukların arasından, legal olmayan dini tandanslı örgütler de kendisine zemin bulmuş. Din sosyal, toplumsal bir realite. Dinin farklı yorumları bir organizasyona dönüşüyor, kendiliğinden tüzel bir kişilik kazanıyor ve sosyal bir fenomen oluyor. Bu sosyal fenomeni modern toplum olarak nasıl değerlendireceğiz? Devlet, toplum ve din arasındaki ilişkiyi hangi parametrelere göre kuracağız? Burada ciddi boşluklar var. Ayrıca toplumsal bir boşluk da var.

Toplumda ayrıca bazı hassasiyetler de söz konusu…

Tabii meselâ laisizme geçmişiz ama nasıl uygulanacağı konusunda ciddi açmazlarımız olmuş. Zaman zaman katı uygulamalar olmuş. Bazen iktidarlar gelmiş, uygulamalar gevşetilmiş. Dolayısıyla hukukî tanımsızlık, dine ve dini yapılara ait toplumsal ve hukuki statünün ne olacağı konusundaki boşluk ve bu konuda sürdürülebilir yerleşik bir politika netliğinin olmaması sorun olarak görünüyor. Toplumsal boşluk dediğim şey ise şudur; eğitim düzeyi düşük bir toplumdan söz ediyoruz. Toplumda okuma oranları yükseldi ama genelde toplumumuz geleneksel olarak anadan babadan görme bir inanç müktesebatına sahip. Bilimsel bilgi ile buluşturulamayan bir dini algı var. Dolayısıyla toplumdaki bu kültürel boşluktan yararlanılıyor. Anadolu’nun kendi geçmişine baktığınızda da dini figürlere karşı bir iyi niyet ve safiyet vardır. O zaman insanların aldatılması, ikna edilmesi daha kolay oluyor.

Din eğitimindeki boşluğa daha önce de dikkat çekilmişti. Nedir bu?

Bir defa paralel dini müfredatlar var. Yine Türkiye’de din eğitimi sağlıklı bir şekilde organize edilip toplumun tüm katmanlarına yayılamadığı için buradaki eğitim boşluğundan bir takım istismarcı unsurlar faydalandı. Ortaya paralel dini müfredatlar üzerine inşa edilen paralel dini yapılanmalar çıktı. Diyelim ki bir cemaat, onun bir lideri var. Onun eserleri ve ortaya koyduğu ritüeller var. O eserlerden besleniyor ve bu organizasyon tanımlanmış özel bir dini yapı haline geliyor. Mutlak hakikati de tekeline alıyor. “Bu yapıya mensup ve bu dini bilgiye sahip olduğun zaman en iyi Müslüman sen olursun” diyor.

“İnsanlardaki manevu boşluk doldurulamıyor”

Bu kişinin başka bir alanda çok iyi bir eğitim almış olması buna engel değil galiba…

Hiç önemli değil, çünkü din nazik bir nokta. Bu kişi isterse bir doktor olabilir, isterse bir mühendis olabilir. Bilakis teknik alanda yetkin ama din alanındaki eksikliği fazla olanlarda bu tür cereyanlara kapılmak daha fazla oluyor. Çünkü insandaki manevi boşluk bir biçimde doldurulamıyor.

Neden var bazı insanlarda bu manevi boşluk?

Bu bir anlamda varoluşsal bir mesele. Şekli olarak ibadetlerin yapılması da insana yetmiyor. Daha mütekâmil, daha olgun, daha ileri düzeyde bir şuura sahip olmak istiyor. Dolayısıyla bu defa bir cemaat psikolojisi devreye giriyor. Bilhassa tabii modernleşme sürecinde büyük varoluşsal krizler, sorgulamalar yaşanıyor. Zihni ikiye ayırıyor bu insanlar. Müspet bilimler alanında farklı düşünüyor, dini olarak ise “Bu dindir, sadece beni manevi olarak tatmin etmesi yeterlidir” diyor. Cemaat onu bir halka içine alıyor ve bir aidiyet psikolojisi oluşuyor. Bir müddet sonra orada karizmalar, şahısları yüceltici unsurlar ortaya çıkıyor. İnsanlar birbirini etkilemeye başlıyor. 1990’lar Hizbullah cemaatinin trajik hadiselerinin yaşandığı yıllardır. Hüseyin Velioğlu Türkiye’de tüm kameraların gözleri önünde öldürüldü. Oraya baktığınızda adım adım o noktaya nasıl gelindiğini, oradan hangi cemaatlerin türediğini görüyoruz. Öncelikle çok basit başlıyor. Daha sonra bir örgüte dönüşüyor. Haksızlıklar, hukuksuzlukların, mağduriyetlerin istismarı söz konusu oluyor. Sonra manipülasyonlar yapılarak bir şiddet hareketine dönüşüyor. Aslında Hüseyin Velioğlu denilen zat eğitimli biri, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun. Uzun süre özel dini metinlerden beslenmiş. Ama sonra başka bir şeye dönüşüyor. Burada işte paralel müfredat dediğimiz bilimsel olmayan dini bilgiyle yönlendirilen kimseler bir müddet sonra toplum ile çatışır hale geliyor. Yani biz sağlıklı dini bilgiyi veremediğimiz zaman bunlar oluyor. Çünkü her işin temelinde bilgi yatıyor. Eklektik dini bilgiyle manipüle edilen dini unsurlar yayılmak, güçlenip ele geçirmek istiyor.

Ele geçirilmek istenen de devlet…

Doğru, çünkü devlet Türkiye’deki en büyük kaynak sağlayan yer. Ama sadece devlet değil kamu otoritesini ele geçiriyor aynı zamanda, bir de finans var tabii. Şirketlerin, zenginlerin bir de toplumun yardım duygusunu yanına alıyor. Kamu otoritesi ve finans ile birleşiyor, yanlış dini müfredatla yönlendiriliyor ve kendine has paralel bir dini gövde ortaya çıkıyor.

Şu anda Gülen yapılanmasıyla ilgili yoğun olarak bu tespitler yapılıyor. Ayrıca mensuplarının tespiti ve ayıklanması üzerinde duruluyor. Ancak başka bir yapılanmanın benzer bir tehlike yaratmasının önlenmesi çok konuşulmuyor. Bundan sonrası için ne yapılacağını ne zaman konuşacağız? Diyanet bu konuda ne yapabilir?

Bana kalırsa bundan sonrasını belirleyecek olan bu yapıyı doğuran nedenleri çok sağlıklı biçimde tespit etmektir. Kökenleri çok iyi tespit edilirse, bu boşlukları dolduran adımlar atılabilirse, hukuk devleti olmanın gerekleri yerine getirilip, toplumda tanımlanmamış alan ve unsur bırakılmazsa, hukukun içine alınırsa, bu sosyal organizasyonlar açık ve denetlenebilir hâle getirilirse bir çözüm olabilir. Bu çok önemli. Batı’da nasıl kuruluyor bu ilişki, bu modellere bakmak iyi olur. Bu yapıların tanımsız, kayıt dışı olduğunda çok tehlikeli oldukları görüldü. Kayıt dışı yapılar toplumu bir gün mutlaka tehdit eder. Bunları kayıtlı hâle getirmek lâzım.

O zaman tüm faaliyetlerinin dini kurallara uygun olması da gerekiyor…

Kendilerini açık deklare etmeleri lâzım. “Ben şöyle bir yapıyım, topluma şöyle katkı sağlayacağım” demesi gerekir. Onun dışına çıktığında devletin ilgili birimleri denetlesin. Şu anda bunlar başka yapılar olarak görünüyor. Aslında dini bir yapı ama vakıf olarak görünüyor meselâ.

Bir defa gelecekte Türkiye’nin bu tür yapılarla sorun olarak karşılaşmaması için hukuk içerisinde dini özgürlükler tam bir güvence altına alınmalı. Dolayısıyla şu anda meselâ bu cemaat yapılarının çoğu gizlidir, kamufle olmuştur. Sosyal olarak vardır ama hukuki olarak yoktur. Ortalıkta gezen bir dizi dini figür görürsünüz, bir baskı unsudur bunlar, ama hukukta karşılığını göremezsiniz. Toplumsal varlığı belirlenmemiş bir yapılar manzumesiyle karşı karşıyayız. O zaman bunlarla ilişkinizin nasıl olacağını da belirleyemiyorsunuz. Güçlendiği zaman bir baskı unsuru haline geliyor, din üzerinden bir şiddet üretiyor. Kendi içinde bir dini fanatizm oluşuyor. Güçlendikçe baskı gücünü artırıyor. Paralel dini yapı eğer sıkı bir disiplinle toplum kesimlerini egemenliği altına alabilirse, baskı ve şiddetin tonunu sürekli genişletiyor.

Hukuki anlamda bir düzenleme dediniz, bunun dışında ne yapılması gerekiyor sizce?

Bu yapılar eğer toplum yararına çalışıyorsa kim akredite edecek bunları? Bunu Diyanet yapamaz tek başına. Türkiye’deki dini yapılar sadece İslâm içi yapılardan da ibaret değil. Tüm bunların toplum yararına hizmet ettiklerini, devlet adına, kamu adına bir mekanizmanın akredite etmesi lâzım ki toplumda kendini güvende hissetsin. Bu da bir hukuki düzenleme gerektiriyor. Meselâ bu müfredatlarla, bu hurafelerle yetişen bir zihnin ne olmasını bekliyoruz biz. Dolayısıyla bilimsel bilgi önem arz ediyor. Türkiye İmam Hatip Okulları ve İlahiyat Fakülteleri ile burada önemli bir adım atmıştır ama bunu daha da güçlendirmek gerekiyor.

Sadece okullarda eğitim verilmesi dinin istismara açık olmaması için yeterli mi?

Okullarda ancak bunun kültür ayağı verilebilir. Ama kamu yararına faaliyet gösterebilecek eğitim alanları da mümkündür. Yeter ki kamu tarafından denetlenebilsin. Gizli, gizemli, akşam 5’ten sonra paralel müfredatı uygulayan yapılar değil. Bunlar, insanlara kendi ideolojisini telkin ediyor. Siz iyi niyetle çocuğunuzu Kur’an-ı Kerim öğrensin diye gönderiyorsunuz, çocuk orada başka ideolojik şeyler öğreniyor. Bir de işin medya ayağı var. Burada da boşluklar var. Medya üzerinden toplumun dini bilgisi manipule edilebiliyor, yeni dini karizmalar ortaya çıkabiliyor. Böylece toplumu enforme eden tüm kanallar kendi haline bırakılmış gibi bir durum var. RTÜK dışında hiç bir içerik, yetkinlik denetimi yok. Bu yapının kaç tane medya organı vardı. Hepsi kapatıldı. Yıllarca inanılmaz bir şekilde toplumu bombardımana tuttular.

“Boşluklar doldurulmadıkça başarılı olunamaz”

Tüm bu adımlar atıldığında başka cemaatlerin hem Gülen yapılanmasının darbe girişimi gibi bir adım atmasının önlenmesi, hem İslâm dinine ilişkin doğru olmadığını söylediğiniz inanış ve yaşam biçimlerini yaygınlaştırması engellenebilir mi?

Ne kadar kayıt alınırsa alınsın dini alan istismara açık bir alandır. Türkiye’de mutlaka yapılması gerekenlerden birisi bilim ve düşünce özgürlüğünün teminat altına alınmasıdır. Siyasilerin güvencesinden önce bilim insanlarının, düşünen insanların ve düşüncelerinin teminat altına alınması lâzım. Politikaya girmedikçe veya şahıs hakkına tecavüz etmedikçe düşünce teminat altına alınmalı. Siz düşünceyi ama özellikle de inanç özgürlüğünü teminat altına almazsanız istismara açık alan bırakmış olursunuz. Bu İslâm içi tüm yorumlar için geçerlidir. Engizisyon zihniyetine alan bırakılmaması gerekiyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da takviye edilmesi gerekiyor. Mevcut haliyle Diyanet bu kabil yapıların zararlarını, tehditlerini önleyebilecek durumda değildir. Bu boşluklar doldurulmadığı sürece Diyanet veya başka bir yapının bu unsurlarla mücadelesi başarılı olamayacaktır.

Bu tür büyük tehditler olabilir mi?

Bu kadar büyük olması uluslararası etkin organizasyonlara bağlı. Ama bu kadar büyük olması da gerekmiyor. Hizbullah yapısı ile bu yapının ilişkisi neydi meselâ? Türkiye çok çabuk unutan bir toplumsal hafızaya sahip. 90’lı yıllarda, 80’li yıllarda öyle hadiseler var ki, bugün yaşadığımız olayların provası gibi. Bugün dini, toplumsal o kadar iç içe geçmiş sorunlar yumağı ile karşı karşıyayız ki tüm bunların üstesinden gelebilmek bir toplumsal dayanışmaya, güvene dayanıyor. Hepsinden önemlisi de çağdaş değerleri, Cumhuriyet’in kazanımlarını güçlendirmeyi gerektiriyor. Hukuk devleti ilkelerini ve demokratik devlet ilkelerini geliştirmeyi, eğitime ve bilime yatırım yapmayı gerektiriyor. Bilimsel bilginin her durumda ve şartta esas olarak benimsenmesi gerekiyor.

Gonca Şenay

Bir cevap yazın

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.