Bir Şubat da Bende Var

Ayşe Şener

Ayşe Şener

1966 Nisan doğumlu. Bu nedenle her an yeniden yaratılıyormuş hissini hiç üstünden atamıyor. İçinde hep bir dağ, çimen ve kır çiçeği halkı var. Ölüm tarihini kendisi de dahil kimse bilmiyor. Dostları, dost çocukları ve pispasları var. İzmir’de yaşadı. Büyüdü. “Herkesten olabildiğince özgür, Allah’a bağlı bir yaşam” hayalini kaynağı bizzat okuyarak, yazarak, çizerek hayatının gerçeği kılmak istedi. Selçuk Üniv. İlahiyat Fak. ve terkettiği Felsefe Eğitimi olsa da diplomayı hiç sevmedi. Akademik hayatın babadan oğula geleneğini babadan kıza şeklinde bozmamak için, ilk gençliğinden bu yana kendince bir halk hareketine koyuldu. Özellikle İzmir ve Akdeniz olmak kaydıyla Anadolu’nun farklı illerinde ve uzun bir süredir de İstanbul’da farklı sivil toplum kuruluşlarında ve kültür merkezlerinde ANLAM ARAYIŞI adlı periyodik söyleşiler, seminerler verdi/veriyor.

Tam da bugün 28 Şubat. Tesirleri itibariyle henüz geçmemiş malum tecrübeler. Zamanın güçlülerinin zamanın güçsüzlerine reva gördüğü zulümler. Şimdilerde çok üzgün ve memleketlerini terk edecek kadar kahırlananların ele başları, o vakitlerde bizlere bunları yaptılar.

En hafif kısmıyla, ilginç detaylarıyla:

O zulüm bize dokundu. Şiddetli sevgi bağları dışında en ufak bir şiddet eğilimi içermeyen toplantılarımıza, şefkatli söylemlerimize rağmen içeri alındığımda dikkatimi çeken en önemli şey karakolun asıl görevlileriyle, özel görevlendirilen albaylar arasında cereyan eden soğuk çatışmaydı. Devletler arası çatışma! Halk devleti ile devlet devletinin kopukluğuna, iç güdümsüzlük ile dış güdümlülüğün karşı karşıya gelişine tanık oldum. Atıyorum: bu manzaraya dalmışken aniden “Nerelisiniz?” deseler, “Amerika’nın Türkiye eyaletindenim.” Şeklinde cevap verilebilirdi. Ne vakit Battı Çalışma Grubu’nun albayları gitse, bir yandan koltuğuyla hasret gideren komutan, benden özür dilemeye başlıyor ve “Ayşanım biz sizi biliyoruz. Bütün eşraf ta biliyor. Lütfen, ama lütfen bize beddua etmeyin!” deyip duruyordu. Yine içimden: “Bir beddua etsem karşı ki devletler yıhılır!” diyordum. Battı çalışma Grubu’nun ikindi sularına doğru mekana gelmeleri her defasında baskın basanındır tarzındaydı. Esip gürlemelerinden anlaşılıyordu konumlarından pek emin oldukları. Şu an konum atamayacak olsalar da… İçlerinden biri şahsıma karşı çok kaba, yine bir diğeri de çok nazik davranıyordu. İş bölümü yapmış olmalıydılar. Günler ve gecelerce kişilik bütünlüğüme karşı bölücü girişimlerde bulundular. Yalnız…O güne kadar kimsenin fiziğiyle işi olmayan ben, gözlerimin bağını çözdüklerinde “Keşke çözmeselerdi de seni görmeyeydiiim” diyeceğim kadar çirkin suratlı birini hatırlıyorum. Umarım hayat yüzüne tükürmüştür. Kaba davranıyor, sürekli kışkırtıcı cümleler söylüyordu. Aylardır bizi adım adım izlediklerini, yaptığımız her şeyi bildiklerini…Ne var ki ben hep kendi ılıman iklimimde, üstten, sağdan esintili yaşamaya devam ediyordum. İçimden “Sen de gözetleniyorsun. Üstelik olmayan kalbinin adımları da dahil…” diyordum. Ekliyordum: “Bir suçum olmadığı için heyecanlanamıyorum dostum(!). Sorry. Daha kışkırtıcı olmalısın. Sinirlerime dokunamıyorsun.” Diğeri kibarı, şehirliyi oynuyordu. Ne kadar beyefendi, ne kadar nezaketli bir zalimdi. İki de bir : “Ah Ayşanım! Siz ne kadar aydın bir kişiliksiniz. Niçin toplantılar yaptınız, bunca kalabalıkla yoruldunuz anlamıyorum. Siz güçlü bir kalemsiniz. Sadece yazsanıza. O takdirde asla yargılanmazdınız. Biz özgürlükten yanayız. ” Albayı bu tavsiyeye sürükleyen şey ciltlerce defterlerimin toprağa gömüldüğü, yakıldığı, ne bir kağıdın, ne bir kalemin olmadığı o günlerde Van depreminden kurtulmuş, zayıf, kısa boylu er Tuncer’in uzattığı kağıt peçeteye yine ondan aldığım kalemle yazdığım alaylı manimdi sanırım: “Önce mimlendik. Sonra fişlendik. Şişlenmesek bari…” Mükemmel kafiyeli o şiiri(!) karalarken sinirlerimin neye bozulduğunu şöyle özetleyebilirim:

Toplumumu bilgi ve bilinçle kalkındırmaktan başka bir şey yapmayışımın ödülü bu muydu? Hikmetin derinliğini herkesin anlayabileceği bir yaygınlığa sermek için gece gündüz didinmenin karşılığı?…

Durduk yerde evimizden çıkarıldık. Makam, mevki, itibar ne ki işimizi kaybettik. Geçim kaynağımızı…Herkesin gözü önünde bir terörist muamelesi gördük. Gecelerce uykusuz sorgulandık. Çocuklarımız ve yakın uzak çevremizle hep beraber mağdur olduk. Tutuklandık. Sürüldük sonra. Fakat gittiğimiz yerde o güne kadar yapageldiklerimizi yeniden gözden geçirerek, daha zevkle, daha hızla ve yenilenerek çalıştık. Neden mi? E çok aşığız.

Bir cevap yazın

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.