Attila İlhan’ın solu

“Kemalistti. Anti-emperyalistti. Alafranga diye tanımladığı Batı merkezli sola karşıydı. Ona göre, sağdan ya da soldan namuslu aydınlar milliyetçilik fikrinin peşinden gitmeliydi. Çağdaş uygarlığa ulaşmak içinse Osmanlı/Selçuklu tarihsel birikimine geri dönmeliydik. Attila İlhan Türkiye’de solun yükseliş ve düşüş dönemlerine damgasını vurdu.”

11 Ekim 2005 günü kaybettiğimiz Attila İlhan, kültür ve düşünce hayatımızın en etkili isimleri arasındaydı. Şiirleri, romanları, senaryoları edebiyat ve sanat yaşamımıza yön verdi.

Edebi eserlerini siyasi görüşleriyle uyumlu bir çerçevede sundu. Politik tartışmalara kimi zaman bir roman kahramanının ağzından kimi zaman da şiirinde beliriveren karakterler yoluyla katıldı. Ahmet Kaya’nın şarkılarında “grev hakkını isteyen” bir işçi, “marş söylemeden ölmek bize yakışmaz” diyen bir militan ya da “an gelir Attila İlhan ölür” diyen bir şairdi.

Hangi Sol, Hangi Atatürk, Hangi Batı gibi politik metinleri büyük tartışmalar yarattı. Son yıllarında köşe yazarlığı ve TV programcılığını siyasi fikirlerini yaygınlaştırmak için kullandı. Çok da başarılı oldu. 2000’li yıllarda yükselen ulusal sol akım, İlhan’ın siyasal literatürümüze kattığı bir deyimle “dip dalgası” olarak tanımlandı. Attila İlhan Türk solunun en tartışmalı, en orijinal düşünürlerinden biri olarak tarihteki yerini aldı.

İlhan’ın sol anlayışı, geleneksel Türkiye Komünist Partisi (TKP) komünizminden de Batı Marksizminden de köklü farklar içeriyordu. Bir kere İlhan, Kemalist sol akımın kesin olarak içinde bir düşünürdü. Bu nedenle Türkiye’deki ana akım Marksist hareketin dışında kalıyordu.


İlhan’ın Türkiye’deki sol hareketi içindeki yeri ve bu harekete etkileri tartışmaya değer.

Sola nasıl yöneldi?

Attila İlhan’ın solcu fikirlerle tanışması ve sola yönelmesinde kuşağının birçok diğer mensubu gibi İkinci Dünya Savaşı öncesi politik bölünmeler belirleyici oldu. 1929 Buhranı’yla başlayan ortamda demokratik sistemler itibarını gitgide kaybetmiş, faşizm ve Nazizm Avrupa siyasetine hakim olmaya başlamıştı. Böylesi bir ortamda faşizm ve ırkçılıkla mücadele eden en etkili akım, arkasında Komintern’in ve dolayısıyla Sovyetler Birliği’nin desteği bulunan uluslararası komünist hareketti.

Birçokları gibi Attila İlhan da ilerici bir aydın ve sanatçı adayı olarak sola komünizm üzerinden yöneldi. Zaten bu dönemde başka bir imkan da yoktu. İlhan’ın ilk gençlik yıllarına İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasının siyasal şartları biçim verdi. Solculuğu da sanatçılığı da bu dönemde şekillendi.

İlhan’ın sol anlayışı, geleneksel Türkiye Komünist Partisi (TKP) komünizminden de Batı Marksizminden de köklü farklar içeriyordu. Bir kere İlhan, Kemalist sol akımın kesin olarak içinde bir düşünürdü. Bu nedenle Türkiye’deki ana akım Marksist hareketin dışında kalıyordu.

İlhan yazılarında sıklıkla Batı’da sosyalizmi tanımış ve Batı sosyalizmini Türkiye’ye getirmeye çalışan bir çizginin etkisini vurguladı. Bu akımın solculuğu Batılılaşmanın dışavurumu ve devamı gibi gördüğünü belirtti. Bu şekliyle “alafranga” olduğunu belirttiği bu akımın kökenlerinin Tanzimat bürokrasisinde olduğunu düşünüyordu.

“Alafranga sol”

Bu akımın karşısında İlhan’ın kendisini de mensubu hissettiği başka bir çizgi daha vardı. Ancak İlhan’a göre ülkemizde de Sovyetler’de de bu çizginin gelişimine imkan verilmemişti. Bu çizgi, Kazanlı devrimci Sultan Galiyef’e dayanan, ülkemizde de Mustafa Suphi, Ethem Nejat, sonradan da Şevket Süreyya’nın temsil ettiği bir çizgiydi. “Alafranga solun” Tanzimatçı kökenine karşılık bu akım kökenini Ceditçilerden alıyordu ve Türkçü akımla iç içe bir anlayıştı.

İlhan için milliyetçilik, ileri kapitalist ülkeler dışındaki dünya için bir zorunluluktu. Ona göre, sağdan ya da soldan namuslu aydınlar milliyetçilik fikrinin peşinden gitmeliydi.


İlhan bu yaklaşımını edebi eserlerine de yansıttı. Romanlarında sıklıkla Türk solunu konu etti. Hemen her romanında “Alafranga sol” ile Galiyef’i takip eden milli komünizmi tartıştırdı. Temelde vermek istediği mesaj, Enternasyonalizmin aslında Rus milliyetçiliğinin ya da Batı’nın çıkarlarının örtülü bir savunusundan başka bir sonuç vermeyeceğiydi. İlhan için milliyetçilik, ileri kapitalist ülkeler dışındaki dünya için bir zorunluluktu. Ona göre, sağdan ya da soldan namuslu aydınlar milliyetçilik fikrinin peşinden gitmeliydi.

Attila İlhan’ın Galiyef’e bağlanan mazlum milletlere özel, milliyetçi komünizm anlayışı ayrıca Mustafa Kemal Atatürk’e de özel bir misyon yüklüyordu. İlhan, hem Galiyefçi komünizmi hem de Atatürk hakkında yazılarıyla ördüğü Kemalist Sol söylemiyle ana akım Türk solundan oldukça farklı bir noktadaydı.

Bir kere İlhan’ın solcu bir Atatürk tasavvuru vardı. Milli mücadeleyi Yunanistan’a karşı bir kurtuluş savaşı olarak değil, büyük güçlere karşı bir anti-emperyalist savaş olarak ele alıyordu. Ayrıca Atatürk yönetimini ve erken dönemde Halk Fırkası’nı sol bir parti olarak tanımladı. Halkçılık Programı, Teşkilatı Esasiye Kanunu ve Dokuz Umde bu Sol Kemalizm’in temel belgeleri olarak öne çıkarılıyordu. İlhan’a göre Atatürk’ün başarısı bu belgeler ve ilkeler etrafında çok farklı kesimleri örgütlemesinde yatıyordu. Ancak bu tezler Türk solunda sadece Attila İlhan’ın gündeme getirdiği iddialar değildi. Yukarıda çerçevesi çizilen yaklaşım, temelde Sol Kemalizm’in “mazlum milletler” söylemi ve ulusal kurtuluşçuluğun sunduğu teorik imkanlara dayanıyordu. Bu nedenle İlhan’ın başarısını, hem büyük bir edebiyatçı olarak anlatım gücünde hem de aşağıda vurgulanacak Sol Kemalizm’den de farklılaşan iddialarında aramak gerekir.

“Sol Kemalizm”den farklılaşan iddiaları

Attila İlhan, Kemalist sol akım içinde de oldukça ayrıksı bir noktada duruyordu. Bu ayrıksılık iki temel farka dayanıyordu. İlk fark, Attila İlhan’ın CHP’li tek parti devrini Atatürk ve İnönü dönemleri olarak iki kalın çizgiyle ayırması ve ikinci dönem hakkında çok sert eleştiriler gündeme getirmesiydi. Sol Kemalist akım içinde İlhan kadar İnönü dönemini mahkum eden başka bir düşünüre rastlanmaz.

İnönü dönemi, İlhan için birçok nedenle eleştiri konusuydu. İlhan’a göre, İnönü döneminde siyasal ve kültürel muhalefet ezilmiş, Atatürk’ün demokrasi ve “sürekli devrim” hedefinden uzaklaşılmış, Atatürk’ün kültürel sentez arayışı yerini Grek-Latin kültürüne teslim olmaya bırakmıştı. Ayrıca bu dönemde Atatürk döneminin çok boyutlu ve Sovyet dostluğuna dayanan dış politikası terk edilmiş yerine Batı’nın uydusu olacak bir politika ikame edilmişti.

İlhan, Latin/Grek kültürü etkisinde yetiştirilen kuşakların ortalama Türk insanına ve onun yaşamına yabancılaştığı düşüncesindeydi. Ona göre, ülkemizdeki aydın/halk ikiliğinin arka planında böyle bir tarihsel süreç bulunuyordu.


İlhan’a göre, İnönü döneminde Tanzimat aydınının kafası tekrar devlet yönetimine hakim olmuştur. Yazarımız İnönü dönemini Kemalist yönetimin sonu ve Atatürkçülüğün başlangıcı olarak anlatır. Bu açıklamada Kemalizm, Müdafaa-i Hukuka doktrini olarak Türkçü, antiemperyalist ve Bolşeviklerle de dosttur.

İnönü devrinin icadı olan Atatürkçülük kavramı ise İnönü Cumhuriyeti’nin sosyal ve siyasal tavrına ve tutumuna yaraşır. Bu devirde antiemperyalizmin yerini Batı muhipliği,  Türkçülüğün yerini Yunan/Latin söylemi almıştır. İlhan’a göre, İnönü döneminde doğan Atatürkçülük, Kemalizmi “ilkel, tek yönlü bir irtica düşmanı laikliğe indirgemiştir.”

‘Türk insanına yabancılaşma’ eleştirisi

Attila İlhan’ın Sol Kemalizm içindeki özgün yerini belirleyen ikinci unsur ise kültür politikaları ve Osmanlı/Selçuklu tarihine bakışı hakkındadır. İlhan, İnönü dönemini eleştirirken bu evrede Atatürk dönemi kültür politikalarının terk edildiğini ve Latin/Grek kültürüne keskin bir dönüş yapıldığını iddia eder. Bu iddiasında devrin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’i hedef tahtasına oturtan İlhan, Latin/Grek kültürü etkisinde yetiştirilen kuşakların ortalama Türk insanına ve onun yaşamına yabancılaştığı düşüncesindedir. Ona göre, ülkemizdeki aydın/halk ikiliğinin arka planında böyle bir tarihsel süreç bulunur.

İlhan’ın önerisi ise Osmanlı/Selçuklu tarihsel birikimine geri dönüş ve bu birikim ile çağdaş uygarlık arasında bir senteze ulaşmaktır. Öyle ki bu kapsamda okullarda tekrar Osmanlıca derslerinin okutulmasını ve Osmanlı/Selçuklu birikiminden toplumsal ve siyasal yaşamımızda istifade edilmesini önerir. Kendisi de Latin-Grek uygarlığı yerine Osmanlı-Selçuklu birikimine yaslanma gayretini şiirine yansıtmıştır. Bu nedenle şiirinde divan edebiyatının da halk edebiyatının birikimini kullanır. Zaten çağdaşlığı da böyle bir senteze erişmek olarak tanımlar.

Türkiye’de sol hareket her ne kadar büyük siyasal başarılar kazanamasa da yirminci yüzyıl kültür ve düşünce hayatına damgasına vurdu. En büyük şairlerimiz, romancılarımız, sinemacılarımız hep solun içinden çıktılar. Bugün solun hem siyasal olarak başarısız olduğu hem de kültür yaşamında etkisinin gitgide azaldığı bir dönemi yaşıyoruz. Daha iyiye giden bir ülke olmadığımız da ortada.

Attila İlhan Türkiye’nin geniş sol yelpazesinde epeyce geniş bir yer kapladı, kaplıyor. Kendisine en çok kızanlar bile büyük bir sanatçı olduğu gerçeğini inkar edemiyorlar. Attila İlhan Türkiye’de solun yükseliş ve düşüş dönemlerine damgasını vurmuş bir edebiyatçı oldu. Bir gün ülkemizde sol tekrar yükselir mi? Sol yükselirse İlhan’dan neleri hatırlar? Bunu da zaman gösterecek.

Doç. Dr. Yunus Emre,

İstanbul Kültür Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. Ayrıca Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV) Üyesi, Toplumcu Düşünce Enstitüsü Kurucu Üyesi ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Gençlik Kolları Eski Genel Başkanı. Türkiye’de siyasal hayat ve kurumlar, tarih yazımı ve karşılaştırmalı siyaset alanlarında çalışmalarını yoğunlaştırıyor. Emre’nin ‘CHP, Sosyal Demokrasi ve Sol’ (İletişim Yayınları, 2013) isimli kitabı, 2014 yılında ‘The Emergence of Social Democracy in Turkey’ başlığıyla IB Tauris tarafından İngilizce basıldı.

Twitter’dan takip edin: @yunusemre

Bir cevap yazın

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.