Aliya İzzetbegoviç’ten Türk Milletine Mektup

Ben Aliya,
Aliya Izzetbegoviç.
Unutma, Türk’ün evladi!

Alija İzetbegoviç`in Türkiye`ye mektubu

…Size Bosna hakkinda anlatmak istedigim son sey çogunuzun üstünkörü bildigi, bazi detaylarina vakif olmadigi Srebrenitsa Olayi hakkinda… Bir insanin hayatinda karsilasabilecegi en asagilayici, en zalim, en adi günlerin yasandigi katliam… Inanin, o gün Srebrenitsa’da bulunan binlerce Bosnak kardesimize Allah’in Kitap’da bize anlattigi cehennemi tarif etseniz, onlar o cehenneme siginmak için ne yapmalari gerekiyorsa mutlaka yaparlardi. Ama buna bile firsatlari olmadi.

Srebrenitsa, Sirbistan sinirina yakin olan bir sehrimizdi. Birlesmis Milletler savas devam ederken burayi Güvenli Bölge ilan etti ve Hollandali bir askeri birligi sehrin bes kilometre yakinina, Potocari’deki kampa yerlestirdi. Simdi dinleyeceklerinizi lütfen yüzlerce yil önce yasanip bitmis bir hadise olarak dinlemeyin. Henüz yirmi yil önce yasanmis ve etkileri hâlâ devam eden çok taze bir dramdir bu.

Güvenli Bölge ilan edilen bir yerde “Avrupa’nin ilkeleri” geregi insanlar silahsizlandirilir. Bosnak kardeslerimiz de Avrupa’ya güvenerek ve artik NATO, BM gibi kurumlarin korumasi altina girdiklerini düsünerek silahlarini teslim ettiler.

Fakat 1995’in Temmuz’unda Sirplar, Radko Mladiç komutasinda Srebrenitsa’yi abluka altina aldilar. Daglardan sivil insanlara tanklarla, toplarla saldirmaya basladilar. Çevre kasaba ve köylerdeki vatandaslarimiz, büyük bir korkuyla güvenli yer bildikleri Srebrenitsa’ya sigindi. Sehrin nüfusu bir anda katbekat artti. Artik birakin evleri, sokaklarda bile yatacak yer, yiyecek gida kalmamisti. Mladiç, bir insanin asla yapamayacagi bir planla silahsiz ve korunmasiz bu insanlarin üzerine ates kustu.

Binlerce Bosnak, canini kurtarmak üzere Potocari’deki BM kampina sigindi. Sehir bosaltilmis, yirmibine yakin masum sivil halk, kampin etrafina kaçmisti. Gücü yetenler ise ormanlara dalip Tuzla tarafina dogru kosmaya ve kurtulmaya çalisti.

Mladiç, askerleriyle birlikte Srebrenitsa’ya girdiginde yakilmis evler, yikilmis camiler ve okullarla karsilasti. Sokaklarda tek bir insan bile yoktu. Büyük bir keyifle gezindigi caddelerde “Nihayet Türklerden intikamimizi aliyoruz, artik onlari Avrupa’dan tamamen kovmanin zamani geldi.” diye konusuyor, askerlerini tebrik ediyordu.

Bugün Almanya’ya gitseniz, sokaklarda karsilastiginiz herhangi bir Alman vatandasinin yüzüne baksaniz, Yahudi soykirimi sirasinda yasanan insanlik disi olaylari bu insanlarin yaptigina inanir misiniz? Ben inanamiyorum. Tipki sokakta karsilastigim bir Sirp’in o gün Srebrenitsa’da yasananlari yapacagina inanamadigim gibi. Fakat yaptilar.

Maalesef yaptilar.

Miadiç, askerleriyle Potocari’deki kampa geldi. Kampa siginan bütün sivillerin kendisine teslim edilmesini istedi. O gün, orada bulunmalarinin tek sebebi, silahsiz ve korunmasiz hâlde kendilerine yalvaran halki korumak olan birligin komutani, hiçbir direnç göstermeden bu istegi kabul etti.

Simdi gözlerinizi kapatin ve erkek, kadin, çocuk, yasli yirmi bin kisinin ayni anda “Bizi teslim etmeyin, öldürecekler.” diye yalvardigini düsünün. Nasil hüzünlü ve ugultulu bir ses, degil mi? Mahser yeri denilen bu olsa gerek. Bu sesi umursamamak için ne kadar zalim olmaniz gerekir, bir fikriniz var mi?

Sizin yoksa da tarihin bir fikri var: BM Bosna Baris Gücü Komutani, Fransiz General Bernard Janvier veya Hollanda Askeri Birligi Komutani General Tom Karremans olmaniz yeterli!

Bombardiman altindaki Güvenli Bölge’yi korumak için bir tek adim bile atmayan bu beyler, yirmibin masum sivili o gün Radko Mladiç’e teslim ettiler. NATO’ya bagli uçaklarin, karargâhtan havalandigini ama Italya üzerindeyken yeni bir emirle geri döndügünü artik hepimiz biliyoruz.
Peki, o gün orada neler oldu?

Size söylemistim, bize yapilan herseyi affedebiliriz ama kadinlarimiza ve çocuklarimiza yapilanlari asla affetmeyecegiz.
Dokuz yasinda henüz ergenlige girmemis bir erkek çocugunu düsünün. Yaninda annesi var. Sirp askerler, çocugun kafasina silah dayiyorlar ve ondan çirilçiplak soyduklari kadina yani annesine tecavüz etmesini istiyorlar. Sonunda askerlerin istedigini yapamayinca kafasina yedigi tek kursunla ölüyor. Bu sirada Hollandali Baris Gücü askerleri kulaklarina takili kulaklikla müzik dinliyorlar.

Bir kadin, kucaginda bes yasinda kiz çocugu. Iki asker, kizi annesinin kucagindan indirmeden kadinin ellerini ve bacaklarini iki yana açip üçüncü bir askerin tecavüzüne yardim ediyor.

Bu sirada Birlesmis Milletler komutani, askerlerin önderi Mladiç’le ayni masada bira içiyor.

Bir bebek. Kampin etrafindaki binlerce insan gibi agliyor. Sesi, askerleri rahatsiz etmis. Annesine “Kes sunun sesini!” diye bagiriyorlar. Kadin bebegini sarip sarmaliyor, susturmaya çalisiyor ama basaramiyor. Asker “Sen susturamazsan ben sustururum.” deyip elindeki çakiyla bebegin dilini kesip yere atiyor.

Türk’ün evladi…
Unutma.
Ben Aliya,

Bosnaklarin içinde herhangi biriyim. O gün bütün Avrupa bizi yapayalniz birakti. Üç gün içinde sekiz bin vatandasimizi katlettiler ve toplu mezarlara gömdüler. Binlerce kadinimiza tecavüz ettiler. Binlerce çocugumuzu yetim biraktilar.

Henüz mezarlarini bulamadigimiz kaç kardesimiz daha var, bilmiyoruz. Önce, hepsini siraya dizip tek tek öldürmeye baslamislar. Elinize kazma kürek verildigini, bir çukur kazdirildigini, sonra kafaniza bir kursun sikildigini düsünün. Biraz zaman geçince isin çok uzun sürecegini anliyorlar. Bu kez yirmili, otuzlu, kirkli gruplar hâlinde daha büyük çukurlar kazdiriyorlar. Vatandaslarimizi bu kuyularin içine atip üstlerine kursun yagdiriyorlar.

Bu kez de çok fazla mermi harcandigini anlayip baska bir yola basvuruyorlar. Çukurlara doldurulan kardeslerimizin üstüne bomba atip onlari paramparça ediyorlar. Onlarin mezarini biz bulmadik. Kelebekler buldu. Mavi kelebekler. Sadece toplu mezarlarin oldugu yerde biten bir çesit bitkiyle beslendikleri için bazi bölgelere kümelendiklerini anladik. Nerede mavi kelebek gördüysek orayi kazdik. Binlerce sehidimizi çikarip Potocari’deki sehitlige defnettik.

Biz “Bosna’da kendi devletimiz olsun.” demedik, onlar dediler. Biz “Bosna’da sadece bizim dinimiz olsun.” demedik, onlar dediler. Biz “Bosna’da sadece bizim kimligimiz olsun.” demedik, onlar dediler.

Bizim Bosna’da savundugumuz sey, Bati’nin tüm dünyaya gögsünü gererek anlattigi Helsinki Nihai Senedi’ydi, Paris Sarti’ydi, demokrasi ve hürriyet ilkeleriydi. Iki yüz bin canimizi kaybettigimizde, binlerce kadinimiz karinlarinda kocalarini öldüren askerlerin bebekleriyle terk edildiginde, yirmi dokuz günlük bebeklerimiz öldürülüp topraga düstügünde Avrupa’nin anlattigi seylerin koca bir yalan oldugunu anladik.

Amerikan Baskani George Bush’a toplama kamplarini, tecavüzleri, ambargoyu delilleriyle gösterdigimde verdigi tepki dünyanin nasil yönetildigini ögretti bana. Petrol için Irak’a bir gecede savas açan ama buna demokrasi kilifi uyduran, yillarca Afganistan’da, Pakistan’da, Afrika’da, Filistin’de, Hindistan’da askeri operasyon yapan Amerikan Baskani, anlattiklarimi dinledikten sonra tek bir cümle söyledi bana: “Bosna bizim meselemiz olamaz, o, Avrupa’nin bir iç meselesi.”

Ben Aliya,
Aliya Izzetbegoviç.
Unutma, Türk’ün evladi!

Sömürgeciler, bütün ilkeleri kendi menfaatleri için koyuyorlar ve kendi çikarlarini korumak için denklem kuruyorlar. Onlarin demokrasi dedikleri, hürriyet dedikleri, aidiyet dedikleri, baris ve hosgörü dedikleri ilkeler, Saraybosna’da, Srebrenitsa’da, Mostar’da topragin altina gömüldü. Hem de çok aci hatiralarla… Biz, kendi çocuklarimiz en azindan tebessüm edebilsinler diye yasadiklarimizi yeni nesillere anlatmiyoruz, anlatmayacagiz.

Ama sen bizim yasadiklarimizi sakin unutma!

Onlar askerleriyle, basin ve medyasiyla, kurumlariyla çok güçlüler. Onlarin güçlerinden degil, ikiyüzlü olmalarindan kork.

Biz, senin kardesin oldugumuz için öldürüldük, bogazlandik, tecavüze ugradik.

Senin hafizana sahip oldugumuz için toplu mezarlara gömüldük, yok edildik.

Türk’ün Evladi,

Bizim korumaya çalistigimiz sancak, Yemen’de, Çanakkale’de, Filistin’de, Kirim’da, Açe’de, Türkistan’da korunmak istenen sancakti. O, ne bir dinin, ne bir irkin, ne bir dilin, ne bir mezhebin sancagiydi. insanligin, tek basina insan olmanin temsiliydi.

Sömürgecilerin karsisinda sakin yere düsme.

Biz, Çanakkale’den sonra direnisi devam ettiren nesiliz. Sen, direnisin degil, dirilisin nesli olacaksin. Korumak için degil, düzen kurmak için çalisacaksin. Sen varsan biz olacagiz. Sen ayaktaysan biz yasayacagiz.

Ama unutma!

Sömürgeciler, seni tamamen Asya’ya sürmek için planlarini adim adim isletecekler. Bir gün sira sana da gelecek. Seni yok etmek için bin yildir hazirlananlar, bir gün bile durmadan çalisiyorlar.

Sen Türk’sün. Bir irk, bir din, bir mezhep degilsin, olamazsin.

Bati, Haçli Seferlerini düzenlerken Araplara Arap demiyordu, Türk diyordu. Çanakkale’de Kürtleri bogazlarken onlara Kürt demiyordu, Türk diyordu. Ne zaman ki onlarin çikari için yeni devletlere ihtiyaç duydu, Arap’a Arap demeye basladi. Seni ondan, onu senden ayirdi. Bugün de Kürt’ü senden, seni Kürt’ten ayirmak için gece ve gündüz çalisiyor.

Türk’ün Evladi,

Biz Bosnak’iz ama Türk’üz de. Sen de kalbimde tasidigim aciyi tasidigin kadar Bosnak’sin. Utanacak tarihimiz, saklayacak hafizamiz yok. Sirp’a karsi sorumlu oldugumuz için degil, yasayla zorunlu kilindigi için degil, kimimiz dinimiz, kimimiz milletimiz, kimimiz Kitabimiz, kimimiz ahlakimiz sebebiyle vicdan sahibi olduk. Birileri öyle istedigi için degil, vicdan bunu tarif ettigi için hiçbir milletin diline, dinine, mezhebine karismadik. Mezarlarini çignemedik, ibadethanelerini yikmadik, kadinlarina tecavüz etmedik, bebeklerini bogazIamadik.

Sen var olmak zorundasin.

Bu yüzden bir ve beraber olmak zorundasin.

Sömürgecilerin tezgahlyla saflara ayrismamalisin.

Türk’ün Evladi,

Bizi, onlarin bize yaptiklarini ve sorumlulugunu sakin unutma.”

Bir cevap yazın

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.